Bir uçtan diğerine Bozukkale...
Denizde genelleme yapmak zor. Bu aslında bir denizcilik kültürü meselesi, ama… 2020 yaz aylarında ve şu anda; yani mavi gezinin en güzel zamanı olan ılık sonbahar aylarında tüm körfezlerimizde denize, deniz yaşamına, denizcilik kültürümüze damga vuran olgu kocayat-küçük tekne karşıtlığı… Kocayatlar 50-150 tonluk motoryatlar, 30-40 metrelik lüks guletler. Küçük tekneler, genellikle profesyonel kaptanı olmayan 30-50 feet yelkenliler, motorlar. Bu konuyu ebat ile açıklamak sadece sembolik. Aslında boyutu ne olursa olsun gerçek fark bir tekneyi kentsel yaşamın uzantısı olarak görmek ya da deniz yaşamının bir parçası olmak. Denizde huzur bulmak için bugünlerde özel bir beceri ve Ortadoğu’ya özgü stratejik zeka gerek.
Yacht Türkiye Ağustos sayısındaki yazıma “Huzuru Hisarönü’nde bulduk” başlığını uygun görmüştüm. Ama Temmuz’un ilerleyen günlerinde “çarşı karıştı.” Hisarönü’nde de deniz trafiği çığırından çıktı. Deniz bir satranç tahtasına döndü. Büyük motoryatlar ve koca lüks guletlerle küçük tekneler arasında bir tür köşe kapmaca. Ortak parantez içinde “kocayat” olarak tanımlanabilecek bu teknelerin kendilerine göre haklı kuralları var. Geniş ve sağlam yer istiyorlar. Örneğin herhangi bir koyda boş bir kovuk bulan bir kocayat, 40 metre açıktan 90 derece açı ile iskele sancak 60’şar metre koltuk halatı döşüyor. Üstelik denizin üstünde 2 metre yükseklikten. Kocayat kaptanları bu işi bir sanat haline getirmiş vaziyette. Bütün mesele şu: Koltuk halatlarını öyle bir döşeyeceksin ki, bizim gibi “küçük küçük tekneler” patronun ya da kocayata haftalık 15-20 bin Euro ödeyen seçkin konukların özel yüzme havuzuna fazla yanaşamasınlar.
Siz önce demirlediyseniz o da tam bir çözüm değil. Kocayat kaptanı gemicisine sert bir bakışla sizin teknenin arkasındaki bir ağacı işaret ediveriyor. Gemici vızzzz diye 40 hp’lik dingisiyle dalga köpük içinde sizin koltuk halatınızın üstünden işaretlenen ağaca, kayaya halatını bağlayıveriyor. Şanssızsanız koltuk halatı sizin teknenin üstünden bile geçebilir. Mühim olan 45+45 kocayatın 90 derecelik açıyla karaya fikslenmesi. 10 metre ötenizde gece yarısına kadar çalışan jeneratörler, akşamüstü aniden yanı başınızda bir yüzer diskoteğin ortaya çıkışı, denize girip serinlemeye çalışırken üstünüze boşalan bulaşık deterjanı bir yana…
Rüzgâr kazara sizin tekneye doğru basarsa ve kocayatın demiri yeterince sağlam değilse boyalar çizilmesin diye usturmaça önlemi almak bile size kalabiliyor. Her oyuncu kendi açısından haklı gerekçelere sahip olduğu iddiasında. Örneğin kocayat jeneratör çalıştırıyor, çünkü çalıştırmazsa sistemi çöküyormuş. Ama iskelede bağlandığında bile çalıştırmak bariz kötü denizcilik kültürü örneği. Motorlu olsun, yelkenli olsun küçük tekne (amatör denizci) koltuk halatı bağlayacağı kıyıda hiç kaya yok sadece ağaç varsa sualtı kayası araştırıyor.
Ama kocayat kaptanı gemicisine kıyıdaki en büyük ağacı işaret ediyor. Çünkü rüzgâr basarsa 100 tonluk gemisi riske girmesin, istiyor. Kökleri zedelenirse, ne yapalım, zaten Muğla’da ağaç o kadar çok ki! Aslında konu gördüğünüz gibi tekne boyu, teknenin motor gücü ya da yelkenle hareket edebiliyor olması değil, denizcilik kültürü, denize-doğaya saygı meselesi.
AMATÖRLERİN ELİ ARMUT MU TOPLUYOR?
Bu deniz üstü yoğunluğunda ve özellikle de yeni denizcilik kültürümüzün kötü örneklerinde sakin, huzurlu bir köşe bulmak tam bir strateji ustalığı gerektiriyor. İşte bu nedenle satranç bilgisi önemli. Mesela, fil nereye konuşlanıyorsa siz piyonunuzu (küçük teknecik) ona göre konuşlandıracaksınız. Bu yıl amatör denizciler bu satranç oyununda ağırlıkla iki yöntem tercih ettiler.
Birincisi Denizlerdeyiz Amatör Denizciler Derneği (DADD), Açık Deniz Yat Kulübü Derneği (ADYK), Deniz Dostları ve Gezgin Korsan toplulukları çağrı ile bazı küçük koylarda buluştular. Örneğin Gökova’da Armonika (Gerence) en fazla iki-üç teknenin birbirini rahatsız etmeden kıçtankara demirleyebileceği çok güzel bir koy. WhatsApp gruplarından bir çağrı… Yedi-sekiz tekne Armonika’da aborda olarak yan yana demirliyor. Bu durumda, bir kocayat koya girip sabaha kadar jeneratör çalıştıramıyor tabii. Oysa bu küçük tekneler gidip o koyu kapatmadan önce koyu bir kocayat keşfetse, sözünü ettiğim 60 metrelik koltuk halatlarıyla tek başına Armonika’yı kaplayabilir.
İkinci temel yöntem alarga çağrısı. Mesela İnbükü’ne iki-üç küçük tekne geliyor ve koy ortasına demiri atıyor. Peşlerinden gelen 15-20 küçük tekne de salınım hesabı yapılarak alargaya yerleşince kocayatların 100-150 metre demir serip kolayca kıyıya yerleşebilecekleri alan kalmıyor. İnbükü’nde rüzgâr günde üç kez yön değiştirir. O 20 tekne bir koyun kuzey yakasındalar, bir güney yakasındalar…
Bir diğer önemli ayrıntı… Kocayatların haftalık kiralanan cinsi yani lüks guletler-motorlar genellikle cuma ve cumartesi akşamları yolcu değişimi nedeniyle limanda ya da limana kısa mesafedeler. Yani örneğin Hisarönü için Selimiye, Bozburun, Turgut… Bu demektir ki; örneğin Adaboğazı, Bencik, Kocabahçe, Dirsekbükü, Bozukkale gibi güzide koylarımızda o günler bir ferahlık oluyor.
DATÇA KIYILARINDA SÜKÛNET-HUZUR
Bu satranç tahtasında bir stratejik hamle de limanlara uzak rotaları tercih etmek.
Çünkü kocayatlar motor çalıştırmayı pek sevmiyorlar. Tekne 20-30 milyon Euro bile olsa, bir müddet geçince 3-5 bin hp’lik motor ile 30 mil gezintide 5-10 bin TL yakıt parası vermek mülk sahibine manasız gelmeye başlıyor. İşte bu nedenle küçük tekneler uzun parkurlarda satranç tahtasında bir avantaj elde edebiliyorlar.
Misal… Bodrum-Hisarönü geçişi yapanlar haricinde Knidos-Datça çevresinde kocayat yoktur. Bu çerçevede, bir ay boyunca Hisarönü’nde başı kesik tavuk gibi dolaşmamıza karşın bayram günlerine yaklaşırken biz de teknenin burnunu Datça ve Knidos’a çevirdik.
Kurucabük’ten çıkıp ilk durak Kargı oldu. Kargı koca koy. Deniz tertemiz. Güney kıyısındaki kayalıklara kıçtankara bağlandık. Gündüz saatleri kıyıdan gelen “gazino” musikisi bazen iyi bazen rahatsız edici. Ama yineliyorum: Deniz tertemiz, mutluluktan hoşaf oldum! Akşam maalesef rüzgâr karayele döndü. Dağların yapısı nedeniyle karşı kıyıdan vurmaya başladı. 27 kiloluk Delta çıpa ve 56 metrelik zincirimize rağmen hayli endişeli bir gece geçirdik. İtirafçı olmak gerekirse saat 05.00’te rüzgâr soluklanıncaya kadar uyumadım.
Hata ve ders: O rüzgâr başlayınca ve devam edeceği hava tahmin sitelerinde aşikâr olduğuna göre, koltuk halatlarını toplayıp derhal o kıyıdan ayrılıp koyun kuzeyinde alargaya geçmek lazımmış! Ertesi gün hava nefis… Rüzgâr sıfır… Çıktık yola kıyın kıyın Knidos’a kadar çıktık.
ARA DURAKLAR VE KNİDOS
Palamut Bükü’nü geçtikten sonra Divan Burnu’na kadar muhteşem kayalıkları sıyırarak seyrettik. Bu kıyıdan her geçişimde doğaya bir kez daha hayran oluyorum.
Sonrasında üç ilginç nokta: Damlacık Burnu Doğu Koyu’nda minik bir günlük gezi teknesi demirlemiş mangal yapıyordu. Bağlarözü batı kıyısındaki mağaralı koyda yine bir Datçalı günlük gezi teknesi durmuştu. Nasıl güzel bir deniz ve kayalıklar… Orayı da geçtik. Arslanlı Burun Batı Koyu bomboş ve harikaydı. Deniz molası verdik. Bu ıssız koyları sadece Datçalı günlük gezi teknesi kaptanları kullanırlar. Bir boşluk yakalarsanız enfes denizi, tabiatı kaçırmayın.
Sonrasında Knidos geceleme. İskeleye yanaştık. Geçen yıl iskeleyi Datça Belediyesi işletmeye başladı. Gayet düzgün. Koy oldukça kalabalık ama deniz temiz (bazen bu eşsiz ve alabildiğine kapalı koyumuzda görgüsüz insanlar denizi çok kirletebiliyorlar). İskele huzurlu. Yerli yabancı, gerçek denizci dolu.
Ertesi sabah kıyıya çıktım. Üç yıl önce Knidos Antik Kenti’nde kazı ve restorasyon çalışmaları yeniden başladı. Arkeologların kaldığı kazı evi boyandı. Bahçesi derli toplu, arkeologlar ve üniversite öğrencisi stajyer nüfus sabah 06.00’dan öğlen 14.00’e kadar çalışıyor, sonra dinlence, yemek, kıyı cıvıl cıvıl gençlerle dolu. Antik kent her yıl derlenip toplanıyor. Hayat gelmiş Knidos’a. Ama bir de bu yıla özgü yenilik. İskelenin dibindeki restoranın hemen arkasından antik kent tel örgülerle kapatılmış. Geç, ama doğru bir karar. Deveboynu Feneri’nde ya da Knidos kuzey limanında güneşi batırmak isterseniz antik kente giriş biletini alacak ve turnikeden geçeceksiniz. Antik kent her zamanki gibi harika. Bu arada antik kentin girişindeki Datça Yerel Ürünler standından iki kavanoz çağla badem turşusu ve buzda taze nurlu badem almayı ihmal etmedim. Bu lezzet kaçmaz.
KNİDOS’TAN AŞAĞI HAYIT BÜKÜ’NÜ YENİDEN KEŞİF
Knidos’ta sakin zamanlar geçirdikten sonra bayram ortasında rüzgârı arkamıza alıp yeniden Hisarönü’ne doğru yola çıktık. Palamutbükü oldukça hareketli idi, ama yıllardır uğramadığımız Hayıt Bükü’nde gecelemeye karar verdik. Yıllar önce Hayıt Bükü’ndeki muhtarlığın işlettiği “T” iskele yıkıldığından bu yana bir tür küskünlük olsa gerek bu çok sevdiğimiz koya uğramadık. Yeni rıhtıma 12 tekne bağlanabiliyor fakat oldukça kuvvetli solugan alıyor. Rıhtımda su ve elektrik var. Öğlen 13.00-14.00 arası günlük tur tekneleri yanaşıyor. Hayli hareket oluyor. Sonra sakin… Palamarcı Serkan (namı diğer Porsuk) çok sempatik ve çalışkan bir genç. Günlük geziye gelenlerin rıhtımda bıraktığı plastik poşetler, su-kola şişesi ve bilumum artıkları toplamayı da görev edinmiş durumda. Mendireği son yıllarda kara turizminin artmasıyla hayli kalabalık. Eski gözdemiz Ortam Restaurant 2019 Aralık ayında mal sahibi ile anlaşmazlık neticesinde kapanmış.
Eskilerden Ogün Restaurant hâlâ açık. Kebap, pide, balık ne isterseniz var. Lezzet seviyesi üzmez. Hayıt’ın en uç noktasında saz dam altındaki Masal Gibi 2020’de el değiştirmiş. Yeni işletmecisi Murat çok çalışkan ve belli bir kalite tutturmaya çaba gösteriyor. Sipariş üzerine Mesudiye balıkçılarından taze balık temin ediyor.
Karşı yaka Kızılbük’te, ünlü Gabaklar Pansiyon üçe bölünmüş durumda. Kardeşlerden Server Avcı bungalovlar bölgesini, Mustafa ve Sevgi eski tesisi işletiyorlar. Üçüncü kardeşleri de yandaki arsalarına yeni bir minik otel inşa etmiş. Tüm sahil şemsiye şezlong ve gazebolar ile kaplanmış. Neyse ki, deniz hâlâ pırıl pırıl, içilecek kıvamda… Maalesef Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin eski ve ünlü başkanlarından Nazmi Bilgin’in 40 yıl önce diktiği palmiyeler sahilin ucunda bakımsız kalmış.
SALLAN YUVARLAN MARMARİS
Rüzgârı da arkamıza aldık. Günler su gibi akıp geçiyor. Bencik’e kadar indik. Türkiye’nin en derin fiyordu, karanın içine yılan gibi 1.5 mil giren bir doğa harikası. Cuma-cumartesi kocayatların en az uğradığı günler. 2011 yılında tam ortadaki Kesili Bük’teki MTA kampı kapandı. Bu geniş alan küçük teknelerin alargada konaklama mekânı oldu. 10 metrelere demir atılıyor. Dip balçık harika demir tutuyor… Bencik, 2020 yılında ağaca bağlama yasakları konusunda pilot denetim bölgesi gibi. Haftada bir-iki kez Sahil Güvenlik (SG) gelip denetim yapıyor. Ağaca bağlı teknelerin tümünün fotoğrafı çekiliyor ve Orman Bölge Müdürlüğü bu fotoğraflara istinaden her tekneye ceza yazıyor.
Marmaris’e dönüş yolunda son duraklarımız Bozukkale ve Çiftlik oldu. Bozukkale’ye geçerken deniz çarşaf gibi. Böyle sakin günlerde Oğlanboğuldu Adası’nın ardındaki koyun denizi inanılmaz güzeldir.
Pek bilinmez, pek çok denizci de açık denize bakıyor der girmez. Birkaç yıl önce bazen bir-iki tekne gördüğüm bu güzel koya yaklaşırken gözlerime inanamadım. Dürbünle baktım; Oğlanboğuldu’da en aşağı 30-40 tekne toplanmış.
Anlayın kıyılarımızdaki yoğunluğu.
Nitekim o gün Bozukkale’de Ali Baba’nın iskelesi de tamamen doluydu. Loryma Beach’te kaldık. Sabaha kadar Taşlıca eşeklerinin serenatlarını dinledik.
Çiftlik’te ise, koyun en eski tesislerinden Mehmet’in Yeri’nde bir dostumuzla buluştuk. Koyun güney kıyısındaki “Mehmet Place” doğal olarak en az solugan alan iskele. İşletmeyi ailenin yeni kuşağı Gözde ve Ali yönetiyorlar. Tertemiz bir tesis. Güzel balık bulunuyor, hele bir dana saç kavurmaları var ki dillere destan. Özel bir formül ve kendi çiftliklerinden gelen malzeme ile yapılıyor. Bir fırsat yaratıp denemenizi tavsiye ederim. İşte temmuz-ağustostan son izlenimler bu minvalde…
-----------------------------
Göcek’ten yükselen feryat: Pis suda yüzmek
Denizlerdeki bu yoğunluk ve yeni deniz yaşam kültürünün vahim sonuçları var. Bu koca koca teknelerin ama 2, ama 3 ton, sonuçta belirli bir pis su kapasitesi var. Yerlerinden hiç kıpırdamıyorlar. Her teknede beş-altı, hatta bazen mürettebat ile birlikte 10-12 kişi yaşıyor. Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi de çalışıyor. Üstelik bu arkadaşlar akşam tuzlu yatmayı pek sevmiyorlar, şampuanla bir serin duş yapmayı ise seviyorlar.
Benim gulet deneyimlerime göre bu tür bir yaşamda 10 kişi bir günde 1 ton gri ve siyah su üretir. Peki bu tekneler iki-üç günde bir yerlerinden kalkıyor, sıvı atığını nizami bir şekilde deşarj ediyorlar mı?
Bunu bilemeyiz. Ama Göcek’te büyük umutlarla Manastır Koyu’ndaki tesisi satın alıp modernize edenlerin çağrısını biliyoruz. Ağustos ayı ortasında şöyle bir çağrı yaptı Adaia yönetimi:
“Değeri Hamam Koyu tekne sakinleri, tüm Göcek koylarında olduğu gibi Hamam Koyu’nda da deniz trafiği ve demirli tekne sayısının hızla arttığı hepimizin malumudur. Koylarımızın korunması ve sağlıklı bir ortam için önde gelen kurallardan biri teknelerin atık depolarının boşaltılması hususudur. TURMEPA teknesinin yoğun mesaisi, teknelerin yerinden ayrılmaktan ve limana dönüp mavi kartlarını işletmekten imtina etmeleri ile özellikle uzun süre konaklayan teknelerde sintine kapasitesi sorun olmakta ancak bu sorun son zamanlarda giderek artan ve kabul edilemeyecek yöntemlerle sözde denizciler tarafından çözülmeye çalışılmaktadır… Adaia olarak, bildiğiniz gibi Mavi Bayrak ve Yeşil Anahtar belgeleri almak üzere başvurduk. Bu tür kabul edilemez çevre suçu işlediği tespit edilen tekne sahipleri ve kaptanları ile ilgili hukuki işlemlere başvuracağımızı saygılarımızla bildirir, gerçek ve çevre dostu denizcilerin bizlere veya acil çağrı merkezi 112’ye yapacakları ihbarlarla destek olacağına inancımızı yinelemek isteriz…”
İşe bakın, Göcek’te Mavi Bayrak kanıtı aranan günlere gelmiş durumdayız.
Comments