top of page
aliboratav

İyon Denizi 2: Bir rüya ada, Paksoi - 2013 Kasım

Güncelleme tarihi: 1 May 2024

Paksoi (Paxos) tam bir huzur ve güzellikler adası. Merkezi Gialos’da (Gaios) bir butik otelde de kalabilirsiniz; bizim gibi Korfu’dan bir tekne kiralayarak da bu adayı ziyaret edebilirsiniz. Bir masal gibi yaşayacağınız Paksoi’de her koşulda dünyanın sanırım en güzel denizine gireceksiniz; enfes akşam yemekleri bulabileceksiniz. Paksoi’nin ve Anti-Paksoi’nin özellikle batı kıyılarındaki denizaltı mağaraları hayal gücünüzü zorlayacak. Mongonissi’nin sakin suları; Lakka’nın yeşilden turkuvaza dönen denizi bir ömür boyu unutulmayacak…



İyon Denizi’nde tembellik yapıyoruz. Topu topu 5 mil uzunluğunda bir adadayız: Paksoi. Bir de yavrusu var. Yaz aylarında üzerinde toplam 100 kişinin yaşadığı Anti-Paksoi. O da, 2 mil uzunluğunda. Korfu’nun hemen altında, İyon Denizi’nde kuzeyden güneye uzanan bu iki küçük adada 3 gün konaklayacağız. Yani, 1 haftalık tatillerimizde Göçek’ten ya da Bodrum’dan Hisarönü’ne 40-50 millik geçişler yapmaya alışkın olan bizler için tam bir tembellik durumu.

Dalgalara batıp çıkmaktan, deli rüzgarlarda yelkenleri açabildiğimiz son raddeye kadar açmaktan keyif alan bir ekibimiz var. Başlangıçta bu 10 millik parkurda 3 gün geçirme fikri bize biraz şüpheli geldi. “Acaba sıkılır mıyız?” diye kendi kendimize sorduk. Ama Paksoi öyle güzeldi ki, bu aylaklığa da aşık olduk. 1 haftalık Kuzey İyon Denizi gezimizde, Paksoi hatıralarının güzelliği Korfu’yu da, kısaca uğradığımız Yunan anakarasındaki duraklarımızı da ezdi geçti.

Zaten bir acelemiz de yoktu!


Filmi başa saralım...

Yacht Türkiye’nin geçen sayısında (Ekim2013) gezimizin ilk bölümünden yani Korfu’dan anılarımızı sizlerle paylaşmıştım. 30 Ağustos bayramını da kullanıp çıktığımız bu 10 günlük yolculuğun tam ortasındaki 3 günlük bölümü Paksoi’ye ayırdık.

Geçen sayıdaki anılarımızı okuyanlar hatırlayacaklar. Teknemiz 2011 model bir Bavaria 45 Cruiser. Başlangıçta planımız, İyon Denizi’ndeki bu gezimizde en kuzeydeki ada olan Korfu’nun Gouvia Limanı’ndan yola çıkıp Paksoi, Lefkas, İthaca ve mümkün olursa Kefalonya’ya da bir uğrayıp terkar Korfu’ya dönmekti. Ama ada hayatının revaheti ve güzel turkuaz deniz bizi öyle bir sarmaladı ki, İyon Denizi gezimizi ikiye bölmeye, bu yıl Korfu ve Paksoi, gelecek yıl da yine birbirine yakın adalar olan Lefkas, İthaka, Kefalonya ve Zakintos’u gezmeye karar verdik.

İşte o rehavetle, yolculuğumuzun 3’üncü günü Yunan anakarasında maceralı bir akşam geçirdiğimiz Sivota’dan Paksoi’ye doğru rota tuttuk.

12 mil kadar yolumuz var. Kıyıdan biraz açılınca hafif bir rüzgar geldi, biz de bir yere yetişmiyoruz açtık yelkenleri, “Bakalım Bavaria 45 C hafif rüzgarda götürüyor mu, bir test edelim” dedik. Cüssesine göre hiç fena değil. 8-10 knots geniş apaz rüzgarla 4.5-5 mil yol yapıyor.

Yavaş yavaş Paksoi’ye doğru yol yapıyoruz. İlk gece için planımız ille de adanın merkezi olan Gialos’a bir gitmek.

“Bir gitmek” diyorum. Çünkü bu küçük limana ilişkin o kadar çok methiye okuduk ve öyle güzel fotoğraflar gördük ki, kendi kendimize “Eğer çok dolu ise başka bir limanda kalır ertesi gün şansımızı yine deneriz” demiştik.

Ama saat çok erkendi. Limanda yer bulsak da, bu kez de sıcak taş rıhtımın kıyısında pişme tehlikesi yüksekti.

O nedenle bir küçük deniz molası verelim, dedik. İyi ki de demişiz. Rotamızın bizi Paksoi ile kesiştirdiği noktada Agia Nicolaus’da (Longos) sahile 100 metre mesafede demiri parlak turkuvaz sulara salladık.  Korfu’nun en güzel bölgesi olan kuzey doğu kıyılarında deniz hep lacivertti. Paksoi’nin ise kıyıya yanaştığınız her noktasında turkuvaz bir renk insanı büyülemeye başlıyor. Burada doğmuş bir insan denizin rengi her yerde böyle olur zannedebilir. Dünyayı dolaştıkça da hayal kırıklığına uğrayabilir.

Neyse bu konuda çok iddialı da olmayayım. Belki o da bizim Ege kıyılarımızdaki mavi-yeşil berrak sulara hayran olabilir. Bilemem. Ama Paksoi’de ilk kez karşılaştığım bu turkuvaz sular beni çok ama çok etkiledi.

Hemen denize atladık. Hatta “Agia Nicolaus koyunu, kıyı yerleşimini denize girdikten sonra incelemeye başladık” bile diyebilirim. Şirin, güzel ve küçük bir köy. Kuzeyinde upuzun bacasıyla bir zeytinyağı fabrikası hemen dikkat çekiyor. Güney ucunda da denizin neredeyse üstüne kondurulmuş sempatik bir şapel var. Köyün yine güney yamacına küçük bir mendirek inşa edilmiş. Bizimki gibi 2 metre küsür salması olan yelkenli teknelerden ancak 3-4 tane uç kısmına yanaşabilir gibi görünüyor. İç kısmı balıkçı teknelerinin ve motorların.


Gialos’a giriş...

Deniz banyosunun ardından bir şeyler atıştırdık ve vakit kaybetmeden saat 15.00 gibi adanın merkezi Gialos’un yolunu tuttuk. 2 mil kadar yol vardı ve açık denizden akın akın yelkenlilerin limanın giriş kanalına doğru son sürat gittiklerini görebiliyorduk. Biz de motorun sınırlarını zorlayarak hızla yola koyulduk.

Gialos’a kuzeydeki kanaldan giriyorsunuz. Liman bölgesi ve köy, açık deniz ile arasında 2 ada ve adalar arasında da dalgakıranlar bulunan yaklaşık 1 millik bir kanal ve iç denizden oluşuyor.

Kanalın giriş kısmında kıyıda çok sayıda rıhtıma yanaşmış tekne var. “Bir köyün ucuna kadar gidelim, yer bulamazsak mecburen gelir bu kısma yanaşırız” diyorum. Ağır yolla genişliği bazen 4-5 metreye kadar daralan kanalda ilerliyoruz. Köye yaklaştıkça kanal genişliyor, asıl limana giriyoruz. Kıyı bir hayli dolu. Liman bölgesinin ortalarına geldiğimizde kıyıya 90 derece açılı 2-3 teknelik bir rıhtım görüyoruz.

Bu rıhtıma yanaşmak için demir atacağımız bölgede başka teknelerin çapaları var, ama akıntı ve hakim rüzgarlar açısından korunaklı bir bölge. “Kısa bir zincir döşeyip oraya yanaşalım” diye düşündüm ve yanaşma manevrasına başladık.

Hemen yanımızda Korfu ve anakaradan gelen günlük tur tekneleri var. Bu teknelerin miçoları çıktı “Demirimiz var” diye bağırışıyorlar. Demirleyeceğimiz yerin hemen çaprazında günlük gezi motorları kiralayan bir adamın kayıkları var. O bir yandan teknelerini işaret ediyor.

Neyse bizim ekip bu tür sıkışık yerlerde manevra konusunda hayli deneyimli. Çapamızı günlük tur gemilerinin ve kiralık motorların hemen ortasında bir noktada salladık ve 20 mete kadar kaloma verip rıhtıma kan, ter ve gözyaşı içinde yanaştık.

Bu sulardaki en önemli rehberimiz Greek Water Pilot yazarı Rod Heikell de, Gialos Limanı için “Burada 2-3 teknenin zincirinin birbirine dolanmasından daha sıradan bir şey olamaz. Soğukkanlılığınızı kaybetmeyeceksiniz, kızmayacaksınız. Adalelerinize güveneceksiniz” diyor. Neyse ki, bir çapariz yaratmadan pek güzel bir köşeye demirledik. Ayrıca sonradan, üstümüze 2 motoryat demirledi. Ama yaz aylarında bu limanın gerçek bir kabus olduğunu da hayal edebiliyorum.

Paksoi, Gialos Limanı için sonradan fark ettiğim küçük bir ipucunu da size yazayım: Rıhtımın en sakin köşesinde günlük tur gemilerine tahsis edilmiş 60-70 metrelik bir bölge var. Bu tekneler akşamüstü 16.30 gibi ayrılıyorlar ve ertesi sabah 10.00 gibi geliyorlar. Bu arada da rıhtımın bu bölgesine bizim gibi gezginler bağlanabiliyor. Bunun için bu saatlerde limanın geniş bölgesine gelecek, biraz oyalanıp günlük tur gemilerinin rıhtımdan ayrılmasını bekleyeceksiniz.


Paksoi’ye alışma turları

Rıhtıma yanaştıktan sonra elektrik ve suyumuzu aldık, duş yaptık. Ödül şişelerimizi açtık, iyice bir rahatladık.

Sonra küçük köyü keşfetmek için güneşin batmasını beklerken dingimize motorumuzu takıp denize girmek için limanın hemen çıkışında solda kalan olağanüstü güzel taşlık plaja gittik. Serinledik, kendimize geldik. Teknemize geri döndüğümüzde saat 17.00’ye geliyordu.

Biraz kıç havuzluk keyfi yapıp giyindik ve kıyıya çıktık.

Gialos minnacık bir köy aslında. Yamaçlarda evler ve oteller var. Kıyıdaki birbirini kesen 3-4 sokaklık alanda da restoranlar ve hediyelik eşya dükkanları. Kısa sürede anladık ki asıl etkileyici olan kent değil deniz ve liman.

Hemen sahile döndük, gözümüze kestirdiğimiz en güzel taverna olan Pan&Theo’ya demir attık. Pan&Theo’nun en önemli özelliği kömür ateşinde yaban domuzu çevirme ünitesi. Ülkemizde bazı kafeteryaların kapalı tavuk çevirme bölümleri var ya, bu da öyle. Ama çevirme çok güzel görünüyordu ve nefis kokular yükseliyordu. Ayrıca güneşte kurutulmuş ahtapotları ve taze midye vardı. Şahane bir gece geçirdik. Yeyip içtiklerimizi hazmetmek için 3 liman turu daha atıp teknemize döndük, güzelce uyuduk.



Sıra Anti-Paksoi’de...

Sabah kalktık. Teknemizin tam karşısında bir pastahane vardı. Şahane börekler, kruvasanlar filan koca bir torba hamur işi alıp teknemizde kahvaltımızı yaptık ve günlük tur tekneleri gelmeden yola çıktık. Hedefimiz Anti-Paksoi’nin muhteşem deniz banyosu yapılan koyları.

Gialos Kanalı’ının bir kuzey girişi var bir de liman mendireğinin arasındaki küçük bir oyuktan ibaret güney girişi. Bir gün önce dingimizle denize girmek için güney girişinden geçmiştik. Gerçekten dipteki taşlar elle tutulacak kadar yakın görünüyordu.

Haritalarda bu güney geçişi 2 metre olarak belirtiliyor. Bizim teknenin draft’ı 2.3 metre olduğu için hiçbir şansımız yoktu. Ama 2 metre draft’ı olan bir tekneyle bile oraya gidenlere dikkatli olmalarını öneririm. Zira akıntıyla kumların yer değiştirmesi nedeniyle bu küçük kanalın bazen 1.5 metreye kadar indiğini ve tehlike oluşturabildiğini öğrendim.

Biz ‘0 risk’ prensibiyle hiç güney çıkışını denemeyip doğrudan kuzey kanalını geçip Gialos’u terkettik. 4 mil kadar güneydeki Anti-Paksoi’nin yolunu tuttuk. Niyetimiz bu küçük adayı biraz keşfetmek, sonra da Paksoi’nin güney ucundaki Mongonissi Koyu’nda gecelemek.

Anti-Paksoi’ye hemen vardık. Tüm kıyı girinti ve çıkıntılarını etüd ederek güney ucundaki Orvos Burnu’na kadar gittik. Hemen söyliyeyim, adanın deniz ve kayalıklar-mağaralar açısından asıl güzel bölgesi rüzgarlı havalarda çırpıntılı olabilen batı kıyıları. Ama denizin her zaman mavi bir cam gibi berrak ve kıpırtısız olduğu bölge de doğu kıyıları.

Minik ada turumuzun ardından Orvos’da denize girdik, sonra adanın tartışmasız en güzel koyu olan, doğu kıyısında tam ortadaki mağaralı koya (Vrika Beach) demir attık. Öyle güzel bir deniz ki, rüzgarın iyice sıfıra yaklaştığı anlarda çevrenizdeki tekneleri denizin üstünde değil de havada yüzüyormuş gibi görüyorsunuz.

Hemen kuzeyinde bitişik bir yarım koy var. Buraya günlük gezi tekneleri geliyor ve insan yoğunluğu bir hayli yüksek. Ama asıl güneydeki mağaralı koy son derece güzel, sakin, sessiz. Tepesindeki tavernadan da cayırtı gelmiyor. Mükemmel bir deniz durağı. Tek tehlike alargada sıklıkla birbirine yakın duran teknelerin rüzgar ve akıntıyla salınıp sizin teknenize çarpma olasılığı.  Ama bu da taktir edersiniz ki ufak bir tehdit...

Turkuvaz sular mı? İşte zirve yaptığı yer de bu koy!

Mitolojide denizler tanrısı Poseidon’un Paksoi’yi metresi için yaptığı rivayet ediliyor. Anti-Paksoi’yi kim için yaptı artık bilemiyorum...


Mongonissi’nin sükuneti

Anti-Paksoi’nin olağanüstü sularında saatler hızla geçiyor. Bu muazzam denize doymuş gibi yapıyor, demir alıyoruz.

Paksoi’nin güney ucunda Mongonissi diye minicik bir ada var ve bu ada ile Paksoi arasında da gecelemek için enfes bir küçük koy. Yolumuz kısa. Ama akşam üstü kanalda rüzgar çıkmış, biraz yelken yapıyor ve geniş bir ‘U’ çizerek Mongonissi Koyu’na giriyoruz. Koyda alargada demirli 30 civarında teknenin arasında slalom yaparak rıhtıma yöneliyoruz. Maalesef mendireğin muhtemelen derin su olan kuzey kıyıları tamamen teknelerle kaplı. Mendireğin güney ucunda ise, ancak bir teknenin girebileceği bir aralık var, demirimizi atıyor dikkatlice yanaşıyoruz.

Zemin belli ki kumluk, salma otursa da önemli değil, ama derdim dümen palaları dibe takılmasın. Bizim bavaria 45 Yeni Seri’nin bir önemli avantajı da çift dümen palası olması. Bu durumda tek pala olunca 2 metre civarındaki tehlike bizim için ancak 1.5 metrede. Kolayca sığ sahile yanaşıyoruz. Mesela bizim ardımızdan bir First 47 aynı rıhtıma yanaşmaya çalıştı ama palası sürttü. Mecburen alargaya çıktı.

Mongonissi Koyu çok güzel, sakin, keyifli. Tek problemi poyraza açık bir koy. Korfu Güney Kanalı’ndan rüzgar kuzeye drise ettikçe Mongonissi’deki rıhtımda ciddi bir sancaktan bastıran rüzgarla tarama problemi olabiliyor. O nedenle de uzun zincir ve sağlam yerleşme şart. Aksi taktirde iskeleden kıyıya açmaz halatı bağlamak bir zorunluluk. (Biz de o gece sert bir rüzgar yaşadık, ama 50 metre civarında zincir attığımız için fazla sorun olmadı.)

Mongonissi Koyu’nun Paksoi yamaçlarında villalar ve butik oteller var. Mongonissi Adası tarafında, yani bizim bağlandığımız rıhtımın ucunda ise Gialos’da keşfettiğimiz Pan&Theo Taverna’nın bir şubesi ve bir başka cafe-bar var. Ama kumsalı asıl kaplayan tesis bizim Pan&Theo.

Yanımızdaki teknelerle de deniz sohbetleri yaptığımız bir uzun akşamüstünün ardından kıyıya, tavernaya akşam yemeği için gittik. Güzel bir yemek yedik, sakin bir gece geçirdik. Mongonissi Koyu gecenin ilerleyen saatlerinde bir göle dönüştü. Ay lacivert suların üstünde ışıdı, koyun her köşesinde yakamozlar belirdi. İnanılmaz büyüleyici ve sakin bir tatil akşamıydı…

Ve bizim yolculuğumuzun tam orta gecesiydi. Ertesi sabah keyife devam ederek dönüşe geçecektik.


Lakka’nın kumları

Aslına bakarsanız bu tür gezilerde insan dönüşü son geceye, yani cumaya kadar tam olarak hissetmiyor. Özellikle de bilmediği sularda. Bize de öyle oldu. Mongonissi’de çarşamba sabahı uyandığımızda sanki “3 aydır denizde ve 3 ay daha denizde” gibi bir ruh halindeydik. Sahile çıktık, akşamki tavernamızda sabah kahvaltısı yaptık, ufak ufak rıhtımdan açıldık.

Nasılsa mesafeler kısa. Bir müddet Anti-Paksoi’nin batı yakasındaki mağaraları ve plajları keşfetmek üzere yol yaptık. Kuzeye doğru çıktıkça rüzgar ve dalgalar artmaya başladı. “Gerek yok hırpalanmaya” dedik, geri döndük.

Gialos’un liman dışında iki gün önce dingi ile gittiğimiz taşlıklı plajın açığında bir deniz banyosu yapıp, ardından Paksoi’nin kuzey ucundaki efsanevi koy Lakka’nın yolunu tuttuk.

Lakka, suları turkuvaz ile petrol yeşili arası değişen bizim Hisarönü’ndeki Dirsekbükü büyüklüğünde her havaya kapalı bir küçük koy. Öğleden sonra 14.00 civarında koya girdiğimizde alargada 40 civarında tekne vardı. (Lakka o kadar şöhretli ki, gece alargadaki teknelerin sayısı 100’ü aştı.) Biz bunların arasından geçip rıhtıma yöneldik yanımıza tekne yanaşmayacak bir küçük rıhtım köşesi bulduk ve 40-50 metre zincir döşeyerek o noktaya yanaştık.

Bu tür kalabalık limanlarda iki temel seçeneğiniz var. Ya alargada kalır, gün boyu deniz keyfi yapıp, akşam dingi ile sahile yanaşırsınız. Ya da gündüzden sahildeki en iyi konaklama noktasına yanaşır, öğlen sıcağında ise dingi ile denize gidersiniz.

Biz ikincisini seçiyoruz. Neticede gece alkol seviyesi yüksekken dingi ile uğraşmak daha zor geliyor insana.

Yine aynı yöntemi izledik. Öğlen sıcağında kan, ter ve gözyaşı ile rıhtımımıza yanaştık.

Ama hemen bir soğuk duş. Bir refreshing içecek takviyesi. Ve ardından dingimiz ile Lakka Koyu’nun bizim Sedir Adası Kleopatra Koyu’ndakine benzer kumsallarını keşif gezisi. Bol deniz, kum banyosu...

‘Kum banyosu’ konusunu da küçümsemeyin. Lakka’nın kumları inansanız da inanmasanız da sihirli gibi... Hani çamur banyosu yapılır ya derinin gözenekleri açılsın diye, bu kumla da şahane peeling yapılabiliyor. Hanımefendiler böyle doğal yöntemlerden pek hazzetmez, ama beyefendiler için mükemmel bir keselenme ve pedikür fırsatı olduğunu söyleyebilirim...

Neyse deniz sefası bitti. Akşamüstü Lakka köyünü ve kıyılarını gezdik. İnsanlar rahat, dost, keyifli. Ortam ılıman.

Akis diye hoş, deniz üstü bir restoran bulduk, akşam yemeği yedik. Tekneye döndük.


Ama gece bitmedi!

Rıhtımda bir barda Greek Night gösterileri başladı. Alexi Zorba’nın sirtaki namelerini duyar duymaz kıyıya fırladık. Danslar, müzik, sirtaki, rembetiko... Saatler nasıl geçti bilemedik.

Arada biraz üzüm suyu da içmişiz. Tekneye nasıl döndüğümüzü bilmiyorum.

Ertesi sabah bir de baktım Korfu, yani dönüş yolundayız...

Bu huzur, lezzet, estetik kaçmaz ve tükenmez...

İyon Denizi’ne sadece gelecek yıl buluşana kadar veda ediyoruz...

Comentarios


bottom of page