2015’te 36 milyon olan turist sayısı, 2016’da 25 milyona geriledi. Otellerimizin doluluk oranı yüzde 53… Ama koruma altındaki mavi yolculuk kıyılarımızın ekstra turizme, betonlaşmaya açılması yönünde büyük bir plan değişikliği gündemde. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Bodrum’dan Patara’ya kadar Muğla ili kıyılarında yeniden düzenlenen sit alanı tanımlarıyla 49 bin 760 dönüm arazinin “sürdürülebilir” turistik yapılaşmaya; 550 bin dönüm arazinin de günübirlik turizme yani kısmi betonlaşmaya açılmasını öneren bir “bilimsel” plan değişikliği hazırlattı. Bakanlar Kurulu Kararı ile dünyada eşi olmayan mavi-yeşil küçük koylarımız yapılaşmaya açılabilir.
Google Earth Engine adında bir dijital araç birkaç ay önce bilimsel ve sivil araştırmacıların kullanımına sunuldu. Araştırmacılar ABD-NASA ve AB-Copernicus uydularından 32 yıldır elde edilmiş 5 milyon görüntü ile oluşturulan bu program ile dünya üzerindeki fiziki gelişmeleri neredeyse mahalle-sokak bazında izleyebiliyorlar. Google Earth Engine’in kapasitesini ortaya koyan Timelapse (zaman atlamalı fotoğraf çekim tekniği) uygulaması ile Türkiye’deki 30 yıllık değişimi inceledim.
Özellikle kentsel bölgelerimizde inanılmaz çarpıcı bir zaman içi değişim görülüyor. Mesela İstanbul’a baktığınızda kentin Levent-Maslak bölgesinden nasıl çılgınca kuzey ormanları içine yayıldığını, son üç yılda 100 kilometrelik bir fay kırığı gibi üçüncü köprü yolundaki ağaçların kesilişini, toprağın tasfiyesini, köprü ve yolların inşasını adım adım görebiliyorsunuz. İzmit kentinin tarımsal alanları örterek geçtiğimiz 30 yılda yedi-sekiz kat büyümesini izlemek insanda bir dehşet duygusu uyandırıyor.
DOĞA-KENTSEL ALAN ÇATIŞMASI
Aynı önü alınamaz betonlaşma, mavi yolculuk kıyılarımızın Bodrum, Fethiye ve Marmaris gibi kentsel bölgelerinde akıl durdurucu bir zaman yolculuğu yaşatıyor. Marmaris’te kentsel büyüme 2008’de ovanın fiziki sınırlarında durmuş. (Ovanın ötesi, dimdik yükselen dağlar, orman ve daha da önemlisi Milli Park koruma duvarı.) Buna karşılık Fethiye’de ova çok daha büyük. 1984’te liman bölgesindeki minik bir yerleşim merkezi olan Fethiye her yıl istikrarlı bir şekilde tarımsal araziyi, kentin kuzeyindeki sulak alanı yutarak büyümüş. Fethiye, hâlâ da güneydoğuya doğru büyüyor. Bodrum en acıklısı. Kıyılardan tepelere, ormanlık alanlara doğru her yıl, özellikle de 1995-2005 arasında betonlar yarımadaya yayılıyor ve genişleme hâlâ kesintisiz devam ediyor. Bir bilim kurgu filmi gibi. Sanki bir beton volkanı patlamış ve doğanın tüm girintilerini kaplıyor. Kaş’ta 2001; Kalkan’da 2005’ten sonra bir beton patlaması var. Göcek 1995, 2000, 2005 yıllarında beşer yıllık aralarla büyük beton patlamaları yaşamış. Sonra bir duraklama ve 2013’ten sonra betonlaşma kesintisiz yayılıyor.
EŞSİZ KIYILARIMIZ…
Kentsel alanları böylece taradıktan sonra, büyük bir merakla tek tek mavi yolculuk kıyılarımızdaki gelişmeyi izledim. Hayret!
Gökova, Datça Yarımadası, birkaç köy istisnası (Orhaniye, Selimiye, Bozburun ve Söğüt) haricinde tüm Hisarönü, Yeşilova, Bozburun ve Karaburun Yarımadaları, Ekincik, Göcek, Fethiye Körfezi’nin açık denize açılan uç bölgeleri, Gemiler Adası-Ölüdeniz bölgesi, Patara, Kaş-Kalkan kent merkezi ötesindeki kıyıları ve Kekova inanılmaz ölçüde yapılaşmadan, betondan korunmuş görünüyor. Hatta tam tersine, bu kıyılarda özellikle 20-30 yıl önce çıkan büyük orman yangınlarının izleri kapanmaya başlıyor. Orman kendini yeniliyor. Doğa yeniden kendisini yeşil bir örtü ile kaplıyor. Bu şaşırtıcı tablonun nedeni, bu kıyıların çok büyük bir bölümünün 1989’da Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) olarak ilan edilmesidir. ÖÇKB, Türkiye’ye özgü bir çatı koruma sistemidir. Denizi, kıyıyı, arkeolojik ve tarihi mirası korumak üzere inşa edildi. ÖÇKB içinde Doğal Sitler, Arkeolojik Sitler, Tabiat Varlıkları, Tabiat Anıtları, Ramsar ve Sulak Alanlar, Orman Koruma Bölgeleri, Deniz Hassas Koruma bölgeleri, Doğal Hayatı Koruma Bölgeleri, Avlanma Yasağı olan bölgeler var… Yani her türlü koruma! Google Earth Engine Timelaps taramalarına baktığınızda, pek çok Akdeniz ülkesine göre, ÖÇKB’nin bu koruma işlevini Türkiye kıyılarında 2017’ye kadar çok iyi yerine getirdiği görülüyor.
BİRKAÇ FOTOĞRAF…
Şimdi şöyle bir düşünelim… Türkiye’nin Ege Akdeniz kıyılarındaki eşsiz doğal güzellikleri dediğimizde aklımıza hangi fotoğraflar gelir? Mesela Göcek Yassıca Adaları. Bedri Rahmi Koyu’ndaki Likya kaya mezarları. Hamam Koyu’nda su altında hâlâ yaşayan manastır.
Belceğiz Körfezi’nin ortasındaki Kelebekler Vadisi-Ködrümsü Koyu. Meditasyon merkezi Kabak Koyu. Tarihi eserlerin, batık şehrin göbeğindeki Gemiler Adası Koyu. Gökova Değirmendere Bükü içindeki efsanevi İngiliz Limanı, Turgut Özal’ın yazlığı ve Sadun Boro’nun sığınağı diye hatırladığımız Okluk Koyu. Değirmendere’nin dibindeki seyrine doyum olmayacak Malderesi Sazlığı. Gökova’nın kuzey kıyılarındaki yat turizmi açısından en önemli sığınak ve Kıran rüzgârıyla meşhur, yamaçlarındaki koruma altındaki Halep çamı ormanıyla eşsiz bir doğa hazinesi Akbük Koyu. Yıllar ve yıllarca Süleyman Dirvana’nın Seddülbahir Ketch’inin dümen suyunu izlediğimiz Bozburun Koyu. Bitmedi. Başka fotoğraflar da var. Mesela yıllardır can çekişen ama ölmeyen Ölüdeniz! Türkiye mavi yolculuk kıyılarının en derin fiyordu Bencik! Mesela Knidos’tan Datça kent merkezine kadar tüm kıyıları saran eşsiz ormanlar, kayalıklar, bir ömre bin ömür katan doğa kıymeti, estetiği… Şöyle bir şey hayal edebiliyor musunuz?
Bu saydığım ve daha da onlarcasını sayabileceğimiz alanların tümünde bir “ekolojik dört mevsimli bilimsel araştırma” yapılıyor. Ve Doğal Sit koruması kaldırılıyor, statü değişiklikleri yapılıyor. Ve… Betona açılıyor! Şu anda maalesef bu doğa tahribi girişiminin ilk bilimsel imzaları atılmış durumda. Bu soru işaretli bilimsel imzaların ötesinde daha pek çok adım atılması gerekiyor. Ama hiç kuşkunuz olmasın atılabilir. Çünkü kaba bir hesaplama ile sadece 15-20 milyar dolarlık bir arsa rantının kabarttığı bir kör iştaha ile karşı karşıyayız. Kamu yöneticilerimizin, örneğin Hırvatistan ya da Yunanistan gibi akılcı bir yat turizmi politikası ile Akdeniz çanağındaki 1 milyon tekneden sonsuza kadar her yıl 1-2 milyar dolar gelir elde edebilecekken, “Bugün bir altın vuruş ile kasaya üç-beş kuruş atarız” diye gündeme getirdikleri bir politikaya eğilimli oldukları açıkça görünüyor.
NEREDEN ÇIKTI BU KIYIM GİRİŞİMİ?
Yaklaşık bir buçuk ay kadar önce, Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin bir raporu tüm denizseverlerin kucağına bir saatli bomba misali düştü. Bu raporun adı: “Muğla-Aydın-Denizli Sit Alanları 4 Mevsim Ekoloji Temelli Bilimsel Araştırması Değerlendirme Raporu.” Kolay anlaşılması için şöyle özetleyelim: CHP’li Muğla Büyükşehir Belediyesi (BŞB), Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün (eski ÖÇKB) büyük bir çevre koruma statü değişikliği girişimini kamuoyuna sızdırdı. Muğla BŞB web sitesinde belediyenin itirazlarını içeren rapor ve sit alanları statü indirimine ilişkin harita paftaları yayınlandı. Ama ne olduğu tam anlaşılmayan düşük çözünürlüklü haritalar. Buna rağmen, yukarıda sözünü ettiğim eşsiz kıyı alanlarımızda çok vahim değişikliklerin arifesinde olduğumuz ortaya çıkıyordu. Deniz dostum Meriç Köyatası son zamanlarda unutulmuş bir araştırmacı gazetecilik başarısına imza atarak Aralık ayının son günlerinde bu planların yüksek çözünürlüklü jpeg dosyalarını alıp benimle de paylaştı. Ve koy koy, mavi yolculuk rotalarımızda koruma statüsü düşürülmesi, turizme açılması öngörülen sahaların isimlerini Naviga Dergisi’nde de yayınladı. (Yacht Türkiye Şubat sayısının yayına girdiği günlere kadar, yani 25 gündür resmi makamlardan bir tekzip gelmediği düşünülecek olursa haritaların gerçekliği konusunda bir şüphe bulunmuyor.) Bu haritalardaki önerilen statü değişiklikleri Muğla BŞB raporunda kabaca şöyle değerlendiriyor:
1- Muğla’da, büyük ölçüde deniz kıyılarındaki 550 bin dönüm arazinin 1’inci dereceden 2’inci derece sit (Nitelikli Doğal Koruma Alanları) alanına dönüştürülmesi öneriliyor. Yakınlarda ismi değiştirilen 2’inci derece doğal sit kategorisi, günübirlik turizm faaliyetleri demektir. Fakat çok masum bir konu değil; 300 metrekarelik lokanta, çay bahçesi, gazino kurma imkânı, bungalow, iskele, kıyılarda rıhtımlaşma, cankurtaran kuleleri, plaj düzenlemesi, gözlemeci-barbekü alanları, çadır-mokamp altyapısı, mesire yerleri… Kısaca o hep anlatılan eşsiz-inanılmaz kıyılarımıza “güya portatif” BETON dökmek anlamına geliyor. (2014’te hazırlanan ve hayli eleştiri alıp hâlâ uygulamaya konmayan bir Datça-Bozburun ÖÇKB Çevre Düzeni Revizyon Planı var. Bu planda, günübirlik turizme izin verilen 2’inci derecedeki doğa koruma alanlarında bu yapılaşma haklarının verildiği açıkça görülüyor.)
2- Yine Muğla kıyılarımızda 49 bin760 dönüm arazinin ise, 1’inci ya da 2’inci dereceden 3’üncü derece sit (Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanları) alanına dönüştürülmesi öngörülüyor. İşin Türkçesi; Bu da “güya sürdürlebilir” turizm tesisleri ve “yerel halk”ın (ya da kıyıdaki arsaları çoktan eline geçirmiş arazi spekülatörlerinin) konut inşasına izin vermek anlamına geliyor. Yani kıyılarımızda katmerli BETONLAŞMA hakkı.
DUR BİR DAKİKA!
Şunu dediğinizi duyar gibiyim: “Dur bir kardeşim, bu alanlar korunma altında değil mi?” Evet, haklısınız! Bu alanların bir kısmı Milli Park, Tabiat Varlığı; bir kısmı Doğal Hayatı Koruma Alanı, Su Altı Milli Parkı; 1-2-3’üncü derece Doğal SİT, 1-2-3’üncü derece Arkeolojik Sit, hepsinden önemlisi özellikle Muğla il sınırlarında çok büyük bir bölümü bir çatı koruma sistemi olarak kabul edilebilecek Özel Çevre Koruma Bölgesi… Hatta Gökova-Çökertme’den (Marmaris Körfezi’nin orta ve doğu bölümü hariç) Fethiye, Belcekız-Kelebekler Vadisi Koyu’na kadar tüm deniz ve kıyı alanı ÖÇKB! Turgut Özal’ın kurduğu ve bugüne kadar kıyılarımızda yağma ve talanın önündeki en büyük engel olarak duran ÖÇKB, bildiğiniz gibi iki yıl önce lağvedildi, tüm sorumluluk ve yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne (ÇŞB TVKGM) devredildi. Çok iyi bildiğimiz gibi devletin hafızası sonsuzdur. Memurumuz da kendini sağlama almadan imza atmaz… ÖÇKB’nin yetki ve sorumluluklarını devralan ÇŞB TVKGM de, halen SİT alanları değişim projesini resmen kabul etmiş değil. Nitekim bu ay (2017 Ocak) yayınlanan 1/100.000’lik Muğla Çevre Düzenleme Revize Planları’nda da ÖÇKB alanlarında hiçbir statü indirgemesi yapılmadı. Aksine, özellikle Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere de ithafta bulunularak kıyılarımızda hedef seçilen statü indirme bölgelerinin neredeyse tümünde bir imar planı değişikliği, yeni konut alanı tahsisi yapılamayacağına vurgu yapıldı.
KIYILARIMIZ İÇİN ULUSLARARASI KISITLAMALAR DA VAR
Deniz ve kıyı alanlarımızda geçtiğimiz yıllarda aslında çok ciddi koruma statüleri geliştirilmiş durumda. Ulusal düzeyde ilan edilen Doğal SİT alanları, Arkeolojik SİT alanları ve Özel Çevre Koruma Bölgeleri’nin ötesinde, bu alanlar Birleşmiş Milletler Çevre Programı Akdeniz Koruma Eylem Planı çerçevesinde imzaladığımız Barselona Sözeşmesi’yle de koruma altında. Bu sözleşmenin 10’uncu maddesi uyarınca çok önemli nedenler olmadıkça protokoller ve eklerinde deklare edilen koruma bölgeleri değiştirilemez. Yani artık “çok önemli nedenlerinizi” sadece Türk denizcilerine, deniz yaşamı severlerine değil, Barselona Sözleşmesi taraf ülkelerinin tümüne izah etmek zorundasınız. Türkiye kıyılarındaki Özel Çevre Koruna Bölgeleri, Milli Parklar ve Tabiat Parklarımız Barselona Sözleşmesi koruma envanterindedir. (UNEP MAP, RAC/SPA belgeleri bunu söylüyor!) Uluslararası Sözleşmeler kanun hükmündedir. Ve hatta, altına imza atıyorsanız, Anayasa’nın bazı maddeleri dahil, ulusal kanunlar uluslararası sözleşmelerin hükümlerine göre yeniden düzenlenmek durumundadır.
HÂL BÖYLEYKEN…
Bir yangından mal kaçırma ruh haleti ruhiyesi ile kıyılarımızn rant ve oy bölgelerinde bir çevre koruma statüsü değişikliği çabası… Tabii ki anında itirazlar yükseldi. Sivil toplum örgütleri ve çevre koruma duyarlı bireylerin kurduğu “Muğla Çevre Platformu” ortaya çıktı. Üç-beş önemli kurumsal katılımcı var. Facebook’ta da 5 bine yakın üyesi var.
Biz de amatör denizciler, gezginler olarak kıyılarımızda yat turizmi için inşa edilmiş, izinli yat mola noktaları, kentleşme bölgelerindeki yatçılık tesisleri ötesinde bir yapılaşma istemiyoruz. Var olan yat tesislerinin bugünün ihtiyacını karşıladığı görüşünde birleşiyoruz. Dolayısıyla yeni yapılaşma izinlerine olanak hazırlayan bu çevre düzeni planlamasına karşıyız. Bu itirazlar nasıl sonuç verecek bilinmez.
Benim bildiğim… Türkiye’de bu güne kadar sayısız doğa katliamı yaşandı. Ama bu ölçekte, topyekûn bir tahribat girişimi ben bugüne kadar ne gördüm ne duydum. Doğanın, kıyılarımızda turizm yatırımlarına, kültür balıkçılığı, parlamenter yazlık sitelerine, rüzgar enerjisi dahil olmak üzere enerji santrallerine, madenlere kurban edilmesi her zaman siyasi karar ve ısrarla olur, ama bu ısrarın sahipleri ille de bazı biliminsanlarına talan öncesi bir rapor hazırlatır ve imza attırırlar.
El değmemiş bu kadar büyük bir doğal zenginliği betonlaştırmaya ilk imzayı atanlara birkaç soru sormak bizim de hakkımız.
KİMDİR BU BİLİMSEL HEYET?
Muğla-Aydın-Denizli altın üçgeninde sit alanlarının yeniden tanımlanmasına ilişkin 4 mevsim ekolojik temelli bilimsel araştırma raporunu hazırlayan heyet şöyle:
Proje raportörü-Biyolog Nilay Aygüney (Kiana Biological & Environmental Consulting), Proje Raportörü-Coğrafi Bilgi Sistemi Uzmanı Umut Cırık (CRK Planlama), Harita Mühendisi Kadir Genel, Peyzaj Mimarı Alper Venedik, Jeolog Doç. Dr. Hakan Nefeslioğlu (Akdeniz Üniversitesi), Deniz biyoloğu Yard. Doç. Dr. Cevher Özeren (Ankara Üniversitesi), Deniz Biyoloğu Prof. Dr. Murat Bilecenoğlu (Adnan Menderes Üniversitesi), Kuşbilimci Prof. Dr. Zafer Ayaş (Hacettepe Üniversitesi), Sürüngenbilimci Prof. Dr. Yusuf Kumlutaş (Dokuz Eylül Üniversitesi), Memeli Uzmanı Prof. Dr. Abdullah Hasbenli (Gazi Üniversitesi), Bitki Uzmanı Prof. Dr. Murat Ekici (Gazi Üniversitesi), Omurgasız Uzmanı Prof. Dr. Selma Seven Çalışkan (Gazi Üniversitesi), Biyolog-Ekolog Prof. Dr. Selim Sualp Çağlar (Hacettepe Üniversitesi) ve Proje Yöneticisi-Ekolog Prof. Dr. Hayri Duman (Gazi Üniversitesi).
14 uzmandan oluşan bir heyet. Akademik kimliği olan 10 üyenin neredeyse tamamı zoolog-biyolog. Herhalde heyete Profesör unvanı almış bir çevre-şehir plancısı, mimari peyzaj hocası, orman fakültesinden duayen bir akademisyen bulmakta zorlanmışlar. Yarın öbür gün bu heyetteki biyolog ve zoologlara “Türkiye’nin mücevher niteliğindeki doğal zenginliğini perişan eden bu kararlara imza atarken elin titremedi mi?” diye sorulsa diyecekler ki, “Vallahi ben suyun altına baktım baktım o gün bir su samuru, fok, orfoz, denizatı vs görmedim. Ağaçların arasına baktım baktım o sözünü ettiğiniz kuşları görmedim, belki o gün yoklardı. Sığla ağacı, Kızıl çam koruma ormanları zaten her yerde var. Evet, o turistik bölge ilen ettiğimiz Halep çamları koruma altında, ama onlardan bizde bir sürü var…”
ÖNCEKİ UZMANLAR BİLEMEMİŞ HERHALDE
Peki, bu bölgeler ÖÇKB, 1. Derece Doğal Sit, 1. Derece Arkeolojik Sit, BM Koruma Bölgesi ilan edilirken inceleyen akademisyenler ne görmüşlerdi acaba? Bu konuda uzman değilim ama benim elimde bile bu bölgelerin doğal sit özelliklerini anlata anlata bitiremeyen 100’e yakın resmi-akademik rapor var. İkincisi… Bu heyette doğanın estetiği hakkında konuşacak bir kişi yok. Gökova’ya Göcek’e Gemiler Adası Koyu’na baktığınızda ormanlarla kaplı dokunulmamış bir doğa güzelliği karşınızda duruyor. Hem de dünyada eşi benzeri bulunmayacak bir estetik.
Koruma statüleri verilirken tüm uluslararası ve ulusal değerlendirmelerde dört temel ölçütten biri bu kıyı şeridinin estetik değeridir. Bu heyete sorsanız “gördünüz mü?” diye… Diyecekler ki “vallahi ben omurgasızlara bakarım, ben kuşlara, ben memeli hayvanlara, ben çiçek cinslerini iyi bilirim…” Raportörler ise, belli ki bir ücret karşılığı olaya dahil olmuş danışmanlık şirketi sahipleri… “Yaz dediler yazdık” diyecekler.
Ortaçağ filozofu ve siyaset bilimcisi Dante “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür” sözüyle tarihe geçmişti. Maalesef, bu bilim heyeti de, Türkiye’nin eşsiz kıyılarının tahrip edilmesinde ilk kıvılcımı ateşleyen ekip olarak tarihe geçebilir.
Kolay yoldan bugünü kurtarma peşindeki siyasetçiler bu “bilimsel tespitler”in bir adım ötesine de gönül rahatlığıyla imza atıyor olabilirler. Ama yaşadığımız günlerdeki örneklere bakılacak olursa, bu düzenlemelere yol-yordam yaratan kamu yöneticilerinin, akademisyenlerin, yarın çok ciddi vatan kıymetlerini heba etme suçlamalarıyla karşı karşıya gelmesi de sürpriz olmaz.
İlgililere ve bu kıyım planında imzası olanlara akıl-izan diliyorum.
Henüz imzanızı geri çekmekte de geç kalmış değilsiniz!
Yorumlar