top of page
aliboratav

Sisam’a hızlı bir ziyaret... 2014 Haziran


Şaka gibi geçiyor zaman, Küçük Koylar yazılarına başlayalı 8 yıl oldu. Bu sezon “nereleri yazacağım” diye planlama yaparken farkettim ki, Kuzey Ege adaları ve Orta Akdeniz’de Faselis gibi bir kaç uğrak noktası dışında yakın denizlerimizde yazmadığım pek az kıyı-köşe kalmış. Bunlardan biri de Sisam Adası.


Sisam ya da Yunanlıların deyimiyle Samos, tarih boyunca Anadolu için bir ticaret geçiş noktası ve adalılar açısından da idari-dini bölge merkezi olmuş, her zaman büyük bir nüfus barındırmış. Bugün de Ege’deki Yunan adaları içinde 9’uncu büyük nüfusa sahip ada.

Efes ve Smyrna, yani İzmir’e yakınlığı nedeniyle ticaret ve tarım ekonomisi gelişmiş, medeniyetlerin uğrak yeri olmuş, tarih dolu bir ada. Dolayısıyla da, en az kıyıları kadar tekne turizmine müsait olmayan anakarası ve dağları da ilginç. İkincisi yine bu Anadolu’ya yakın coğrafi konumu nedeniyle (Dilek Geçidi: 1 mil) Türklerle de en içli dışlı olmuş adalardan biri. Yani, Sisamlılar 2 bin yıla yakın uzun bir ortak tarihin ardından pek çok ada nüfusuna göre çok daha dost, çok daha bizlere yakın. Gezmek, yemek-içmek kadar, Sisam’a geçince komşularla sohbet de çok yoğun ve keyifli oluyor.


Yemek-içmek demişken...

Eğriye eğri, doğruya doğru; Tatile çıkmışken, gezip tozarken yemek-içmek önemli.  Amasyalı coğrafyacı Strabon 2000 yıl önce Karya tiranı Menandros’un Sisam’da “isterse kuş sütü bile üretebilir” diye tanındığını yazıyor. Gerçi o zamanlar Sisam’ın şarap açısından iyi bir şöhreti yokmuş. Strabon şarap için Efes ve Knidos’u methediyor. Ama gel zaman git zaman işler tersine dönmüş. Anlaşılan sonradan adayı sömürgeleştiren Kefalonya ve İthakalılar kendi asmalarından fide getirmişler ki, 17’inci yüzyılın ünlü tacir-gezgini Bernard Randolph dünyanın en iyi misket üzümünün Kefalonya ve Sisam’da yetiştiğini not düşmüş.

Tarih bir yana bugün de Sisam’ın misket üzümlerinden yapılma şarapları bugün de dünya çapında ünlüdür. Aynı şekilde bu üzümlerden yapılma tsipuro, yani grappa da pek meşhurdur.  Hatta, bizimkiler Midilli’nin Plomari bölgesinin uzolarını severler. Sisam’da ilk akşam yemeğine oturduğumuzda Arvanitis, Barbayannis filan derken garsonun kaşları çatıldı, gözü karardı “Burada Midilli uzosu bulunmaz, Samos uzosu var” diye bize bir fırça da çekti.

Sisam’da ilk çarpıcı gözlemim de adanın yeşilliği oldu zaten. Her karış toprak ekili, dikili. Zeytin bahçeleri, asma bağları, zaten adanın soğan ve sarımsağı acayip ünlü, her yer bostan, yamaçlar sebze tarhı... Dağlarda hala yabani av hayvanları, güney ve doğu kıyılarında dizi dizi balıkçı tekneleri... Sisam’a turizm sezonu dışında lezzet turuna gelmek lazım aslında.

Turizm sezonunda ise öyel bir kalabalık var ki, özellikle kıyılardaki süslü tavernalarda bu doğal lezzetlerden hiçbir şey tatmak mümkün değil. Ancak dağ köylerinde güzel tavernalar bulunabiliyor. İşte onun için de, Sisam’a deniz yoluyla geliyorsanız da, bir araba kiralayıp tepelere çıkmanızda sonsuz fayda var.


Sisam’a giriş ve duraklar...

Deniz yoluyla Sisam’a geliyorsanız (Alaçatı’dan 40 mil, Kuşadası’ndan 16 mil), adanın kuzeydoğusundaki merkezi Vahty’den ya da güneyindeki UNESCO Tarihi Miras Listesi’ndeki Pythogorion’dan giriş yapmanız gerekiyor. Her ikisinde de gümrük ve liman polisi var.

(Adanın kuzeybatı ucundaki Karlovasi’de de bu imkan var. Ama Karlovasi bir üniversite şehri ve sadece kış aylarında olağanüstü canlı ve hareketli. Yazın ise, Kuzey Ege’nin hırçın dalgaları dışında pek bir şey bulmak mümkün değil.)

Vathy bugün adanın idari merkezi. Tabi ki buradan giriş yapmak daha kolay ve pratik, ama herbiri 200 yolcu taşıyan feribot saatlerine denk gelirseniz (öğlene doğru) işlemler tam bir işkenceye dönebilir.

Mesela geç saate kalıp Vathy’den giriş yapmak ve orada konaklamak isterseniz, gümrük iskelesinden güneye doğru uzayan rıhtım boyunca demir atıp kıçtan kara yapmanız mümkün. Ama tekneyi rıhtımdan biraz açığa bağlamayı ve zincirinizi koyun ağzına doğru ve uzun uzun döşemeyi ihmal etmeyin. Zira meltem ve Kuşadası Körfezi’nin akşamüstü kabarmış dalgaları doğrudan rıhtıma vurabilir ve zarar verebilir. Rıhtımın dip noktasına yakın küçük bir mendirekle çevrili ve içinde 3 metre su bulunan Vathy Yacht Club var. Ama şiddetli havalarda çırpıntı mendireğin içine bile girebiliyor.

Buna karşılık Vathy’nin ara sokakları ve özellikle de yamaçtaki Ano Vathy (eski şehir) bölgesi aslında turistik yaşamı adada en az hissedeceğiniz yerler. Ara sokaklarda sade ve güzel, daha çok yerlilerin takıldığı tavernalar, uzeryalar bulabilirsiniz.

Adını ünlü Rum matematikçi Pisagor’dan alan Pythogorion ise Sisam’ın kesinlikle en güzel yeri. Zaten Eski Çağ’da da adanın merkezi de bu köyün az batısındaki Heraion kentiymiş. Köy limanından 1 mil kadar doğuda büyükçe bir yat marinası var. Sakın ola yanılıp marinaya girmeyin. Hayat köyün önündeki antik mendirekte. Kolaylıkla 60-70 teknenin yanaşacağı uzunlukta yuvarlak bir rıhtım var. Kazara yer bulunmazsa da marinanın doğusundaki geniş koy hakim rüzgarlara tamamen kapalı ve 3-5 metre derinliğindeki kum zemin iyi demir tutar.



Gezi zamanı...

Pythogorion, sempatik binaları, çarşısı, hediyelik eşya dükkanları, deniz kıyısına dizili tavernalarıyla adanın en güzel ve canlı yeri. Aynı zamanda da adanın kuzeyinde yer alan ve gençlerin favori mekanı Kokkari kasabasının hareketli bar-disko hayatına göre oldukça sakin ve huzurlu.

Rıhtımının her iki ucunda da gayet güzel denizi olan plajlar var. Sahilin az gerisinde de küçük şirin tavernalar... Bunların tümünde aşağı yukarı aynı mezeleri ve sardalya, kalamar, ahtapot gibi standart ara sıcakları bulabiliyorsunuz. (Aklınızda bulunsun: Sisam’da pek az yerde güzelce güneşte kurutulmuş ahtapot bulunuyor. Çoğunlukla çamaşır suyunda dinlendirilmiş gibi bembeyaz ve tatsız ahtapotlar sunuluyor, ısmarlayınca hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz!)

Bu tavernaların önünde de şezlong, güneş şemsiyesi ve çakıl taşlarıyla kaplı bir plaj bulunuyor. (Doğudaki plaj ince kum, batıdaki plaj irice taşlı.) Ve deniz harika... Özellikle mendireğin batısındaki taşlık plajda son zamanlarda en hayran olduğum inanılmaz berrak, cam göbeği mavisi bir deniz buldum. Neredeyse suyu içecektim.

Pythogorion’un çarşı sokağı da oldukça tatminkar. Köyün hemen girişindeki Kallisti isimli çok güzel seramik ve artizanal ev objeleri satan dükkanı keşfettik. Bir de ayrıca çarşının ortasında Wonderful isimli takı ve dizayn giyim eşyaları satan bir dükkan var, ikisi de gerçekten ortalamanın çok üstünde kaliteli dükkanlar.


Psili Ammos plajı...


Güneydoğu koyları...

Adanın hakim batı, kuzeybatı rüzgarlarına kapalı en başarılı doğal limanları Tükiye kıyılarına en yakın bölge olan güneydoğu kıyılarında yer alıyor.  Beyaz kumlarıyla ünlü Psili Ammos kısa bir deniz molası için çok güzel ama pek konaklamaya uygun değil. Buna karşılık tam doğuya bakan Mourtias ve Kereveli koyları çok güzel denizi ve seyrek yapılaşma ile uygun havalarda alargada kalıp teknede huzurlu bir gece geçirmek açısından ideal.

Denizciler için, bu bölgedeki en güzel koy ise, kesinlikle Posidonio. Keşişleme hariç tüm rüzgarlara kapalı, deniz olağanüstü, adanın her yerinde olduğu gibi burada da koyun yamaçlarını çamlar, serviler, incir, zeytin ağaçlarının binbir tonda yeşili süslüyor. Koyda birkaç taverna var, hatta birisinin iskelesine yanaşmak da mümkün. Ama hafta sonu Türk yatçıların uğrak noktalarından biri olması nedeniyle bu tavernaların biraz şımartılmış olduğunu da söylemek lazım. Adada standart bir siparişe en yüksek rakamı burada ödeyebilirsiniz.

Doğudan batıya 22 mil uzayan adanın deniz yoluyla keşfedilmek için geriye kalan tek koyu

Marathokampos...

Güney sahilinin en batı ucundaki Marathokampos, tıpkı Rodos’un Faliraki’si, Kos’un Kardamena’sı ya da Midilli’nin Eresou sahili gibi, bir kara tatili için sakin ve güzel, ama denizden gelince uğramazsanız da çok bir şey kaybetmeyeceğiniz bir yer. Konaklamak için salması olan yelkenlilerin de girebildiği küçük ve korunaklı bir mendireği de var.

Asıl etkileyici olan tarafı ise, köyün eteklerine kurulmuş olduğu ormanlarla kaplı dağlar. Marathokampos sahilinin kuzeyinde 1500 metre yükselen Kerki Dağı Güney Ege Adaları’nın en yüksek zirvesi. Keskin kayalıklar, dipsiz uçurumlar ve rengarenk ormanlarla kaplı bu dağda, iki büyük manastır ve Bizans döneminden bu yana zaman zaman münzevi keşişlerin yaşamlarını sürdürdüğü sayısız büyük mağara var. Eski çağlarda münzevilerin geceleri bu mağaralarda yaktığı ateşler uzaktan pırıl pırıl parlarmış ve ölmüş azizlerin ruhlarının bu dağda yaşadığına ve ışıldadığına inanılırmış.

Kerki Dağı’nı ve Sisam’ın pek çok güzelliğini, hoşluğu keşfetmek için, tekneyi Pythogorion gibi sağlam bir limanda park edip araba kiralamak gerek... Sisam’da yaşamış ünlülerin en ünlüsü, “hayatın amacını mutluluğa giden yolu bulmak olarak tanımlayan” ünlü filozof Epiküros’tur.  Bu adada bir iki günlüğüne araba kiralarsanız, mutluluğa giden yolda önemli adımlar atacağınız kesin...

 

 -----------------------------


Kısa ve zevkli bir araba yolculuğu...

Sisam’da özellikle Türkiye’den yoğun geçişler yaşanan bayram dönemlerinde kiralık araba bulmak çok zor olabilir. Bunun için çare Avis, Hertz, Sixt gibi zaten pahalı olan uluslararası şirketleri bir yana bırakıp yerel “rent a car” şirketlerine başvurmak.

Dağ köyleri: Arabanıza kurulduktan sonra, dosdoğru adanın kuzeyindeki doğa harikalarını keşfetmeye yönelebilirsiniz. Pythogorion’dan 40 dakikada ulaşacağınız kuzey kıyıda mutlaka görmeniz gereken iki dağ köyü var.

Bunların birincisi kurucuları bizim Urla’dan geldiği için Vourliotes ismini almış tavernalar köyü. İkincisi de Samos’un seramik merkezi olarak da bilinen Manoletes. Herşeyden önce şunu söylemeliyim; Ağaç, yeşil, börtü böcek seviyorsanız dağlara çıkan yol bile sizi iki yıl gençleştirebilir. Deniz kıyısından köylere çıkan 5-6 kilometrelik dağ yolları boyunca zeytin ağaçları, bağlar, bostanlar, Akdeniz servileri, çamlar... Büyüleyici, yemyeşil harikulade bir doğa...

Vourliotes yerel nüfusun da özellikle yaz sıcaklarında tercih ettiği lokal tavernalar köyü. Köy meydanındaki Blue Chair ve az ilerisindeki daracık sokaktaki Galazio Pigadi en ünlüleri... Sisam’da yaban domuzu, yabani tavşan, keçi, bıldırcın gibi dağ mahsülünden oluşan son derece elit bir mutfak kültürü var. Bunu tatmak için, mümkünse turizm sezonu dışında bu dağ köylerine gitmek lazım.

İkinci durak Manoletes’e de Güvercinler Vadisi’nde kıvrıla kıvrıla yükselen yine göz kamaştırıcı doğa manzaralarıyla çevreli yoldan ulaşıyorsunuz. Adadaki ünlü seramik ustalarının mesken edindiği bu şirin köyde daracık sokaklar içinde 50’ye yakın atölye ve mağaza var. Sisam’a gelmişken “azla yetinmeyi öğreten” bir Pisagor Bardağı almadan olmaz, işte fırsat!


Biraz da tarih: 1586’da yapılan Santa Maria Manastırı (Moni Megalis Panagias) Pythogorion’a birkaç km uzaklıkta, etkileyici bir manzarası var ve adadaki en ünlü freskoları barındırıyor.  Manastırı asıl özel kılan şey ise, bahçesindeki 200 metrelik bir mağaranın içinde yer alan minik şapel (Panagia Sipilianis). Görülmeye değer.

Size önereceğim ikinci tarihi yapı da, antik dünyanın mühendislik harikalarından biri olarak kabul edilen, 2500 yıllık, dağın içine oyularak inşa edilmiş 1 kilometrelik su tüneli. Eupalinus Tüneli ismiyle bilinen bu yeraltı su kemeri o çağda dağın iki ucundan başlatılan kazılarla yapılmış. Mimar-mühendis Eupalinus, GPS, altimetre gibi araçlar olmadan öyle bir hesaplama yapmış ki,  iki uçtan kazan köleler dağın ortasında dehlizleri birkaç santimlik hata ile birleştirmeyi başarmışlar. Klostrofibisi olanlara pek önerilmeyecek bu tünelin ilk 500 metresi ziyaretçilere açık. Ama 60 santim eninde bir kaya aralığından girip iki büklüm yürümek gerekiyor.


---------------------------------


Hayat dostlarla güzel!

Güzel bir denize girersiniz, çok güzel ağaçlarla kaplı bir koyda yıldızların altında gecelersiniz, bir antik yapıtı çok beğenir 20 kere görmeye gidersiniz. Sonra aradan yıllar geçer, bir de bakmışsınız unutulup gitmiş. İnsanın hafızasına kazınan ve asla unutulmayan anılar sürprizlerle dolu insan ilişkileri, bir anda kurulmuş dostluklar, bazen de sadece bir içten gülümsemedir. İşte size iki örnek:


Kaptan Andreas: Pythogorion’da rıhtımda yürürken bir gezi teknesinin kaptanının 20-30 tane deniz kestanesini mezelik olarak kesip hazırladığını, bir tabağa dizdiğini gördük. Az yakınında bir kafeye oturduğumuzda bize deniz kestanesi bulup bulamayacaklarını sorduk. Tabii ki kafede deniz kestanesi servisi yoktu. Ama biz ısrarcı olduk, şu teknede bir adam yapıyordu, kestaneleri temizliyordu filan falan... Tabi Kaptan Andreas tanıdıklarıymış. Garson hanım “Bir bakalım” dedi gitti, az sonra da bir tabağın içinde 4 tane deniz kestanesi , 2 de bıçakla geri döndü. Biz hemen kestaneleri temizlemeye başladık. Biraz ortalığı batırdık ama kestanelerin içindeki turuncu minnacık etleri de çıkarmayı başardık.

Süper keyifle, deniz kestaneleriyle içli dışlı olduğumuz sırada, rıhtımdaki hedef tekneden ak sakallı Kaptan Andreas elinde 2 tane usulüne göre temizlenmiş deniz kestanesi ile masamıza geldi. Ortasından kestiği ve deniz suyu ile kolayca kumundan, posasından temizlediği kestanelerin içine biraz zeytinyağı ve sirke döktü, bize yarı Yunanca yarı işaret dili ile “her kestaneyi iki dilim ekmekle sosuna bana bana yememiz gerektiği”ni söyledi ve yan taraftaki masaya geçip kendisine de bir uzo ısmarladı. Kaptan Andreas bize “bu adaya geldiğimize değmiştir” hissini yaşattıran ilk insan oldu. Biz de daha sonra marketten bir şişe uzo alıp kendisine hediye ederek dostluğumuz perçinledik!



Stelio Mais: Kiraladığımız araba ile dağ köylerini gezip tozduktan sonra akşam Pythogorion’a döneceğiz. Ama canımız da kıyıdaki turistik menülerin dışında yerel ev yemekleri yiyebileceğimiz güzel bir restoran bulmak. Gündüz vakti tanıştığımız adalılara nerede böyle bir restoran bulabileceğimizi sorduk ettik, sonunda Karlovasi-Pythogorion arasındaki dağlarda,Pyrgos isimli bir köyde “Barba Dimitri” diye bir taverna olduğunu öğrendik. Saat 21.00 gibi Pyrgos’a geliyoruz. Ortalıkta Barba Dimitri diye bir taverna yok. Birkaç kişiye sorduk, ama ortak bir lisan da yok. Gülümsemeler, el kol hareketleri ile köyün içinden bir dağ yoluna girdik. Evlerin bahçelerin bağların arasından gittik gittik, küçük bir mezraya ve ortasındaki meydana geldik.  Üstünde sadece “Tabverna” yazan bir yer.

Kapıda bizi güleryüzlü genç bir adam karşılıyor. Burası “Barba Dimitri” mi diye soruyorum, “Evet” diyor nereden çıktınız siz gibilerinden gözleri parlıyor, bir anda uzun bir sohbete giriyoruz, ardından “facebook arkadaşı” da oluyoruz... Restoranın diğer ucunda 4 çalgıcı-şarkıcı... Cuma gecesi, tesadüf bu ya ‘Barba Dimitri’de yerel eğlence gecesiymiş. Saat 22.00’ye doğru taverna tıklım tıklım doluyor, müzik başlıyor. Tavernadaki masaların yüzde 90’ı kendi köylüleri. Zaten en arka masaya da Stelio’nun akrabaları konuşlanmış.

Stelio köy tavernasını geceyarısı arayıp bulan bu şaşkın Türk turistlere özel ilgi gösteriyor. Beyaz şarap soslu horoz yahni, kuzu tandır, kabak çiçeği dolması, peynirli patlıcan, yaban domuzu kaburga fırın gibi Sisam mutfağına özgü kolay bulunmayacak lezzetleri tatma fırsatını buluyoruz. Stelio dağlardaki bağlarında kendi şaraplarını üretiyor. Yılda 2 ton şarap ve özel bir yöntem ile bir tür porto... Saatler ilerlerken şarapların da hepsinden tattık, harikaydı!


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page