Denizin rengine bakıyoruz, bulanık. Dibe dalıyoruz bir avuç kum çıkarmak için, zaten görünürlük bazı yerlerde 1 metrenin altında, elimize kalın siyahımsı bir balçık tabakası bulaşıyor.
Suyu kokluyoruz, gübre kokuyor. Yüzerken etrafımızda sanki bir deterjan havuzuna girmiş gibi köpükler oluşuyor.
Elimizde biraz daha gelişmiş araçlar olsa, bu yüzeysel gözlemlerin ötesinde, denizde çiftlik kafeslerinde depresif şekilde gezinen balıklar dışında, pek doğal yaşam kalmadığını da tespit edebiliriz...
Keyifli bir öğleden sonra seyir halindeyiz, birden pervaneye bir yem-ilaç çuvalı dolanıyor, ya da daha kötüsü balık çiftliklerinin yatçıları ürkütmek için denize döşedikleri sinsi halatlara dolanıyoruz... Bir rezalet daha!
Tüm bunlar denizcilerin, denizseverlerin balık çiftliklerinden hoşlanmamalarına neden olan mikro gözlemler.
Makro boyut ise, çok farklı.
Balık çiftlikleri var ve sayıları her geçen gün tüm dünyada artıyor. Çünkü nüfusu hızla artan insanoğlunun protein gereksinimini karşılamanın en ekonomik çözümü bu. 4.5 milyar insanın protein gereksiniminin yüzde 18’ini balık ürünleri karşılıyor.
1950’de global olarak kişi başına 6 kg. olan balık tüketimi, 2014’te 19 kg.’a yükselmiş durumda. (Türkiye’de 7 kg.)
Dünya toplam balık üretiminin (158 milyon ton-2012) son 20 yıldır neredeyse sabit olarak 90 milyon tonu doğal-yabani balıkçılıktan elde ediliyor. Kültür balıkçılığı ise son 30 yılda her yıl yüzde 8 artış gösteriyor , bu 12 kat artış demek. (11.5 milyon ton karasal balıkçılık,80 milyon ton deniz balıkçılığı, 42 milyon ton karasal kültür balıkçılığı, 24.7 milyon ton deniz kültür balıkçılığı.) Türkiye’de de son 10 yılda 2.5 kat artış var.
Çünkü, 1 kg.dana eti proteinielde etmek için 61 kg., kültür balığında ise 13 kg. tahıl eşdeğeri yeme gereksinim duyuluyor. Fiyat avantajı var. Hatta FAO (BM Gıda ve Tarım Örgütü), DB gibi kuruluşlar sera gazı üretimi de dahil olmak üzere kültür balıkçılığının kırmızı et üretimine göre daha çevreci olduğunu bilimsel araştırmalarla desteklemeye başladılar.
Dünyada 120 milyon kişi balıkçılıkla ilgili işlerle geçimini sağlıyor. Aileleriyle birlikte 650 milyon kişi. Bunların yüzde 90’ı küçük ölçekli üretici. Üçte ikisi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden olmak üzere yıllık balık ihracatı 129 milyar dolar (2012 verileri).
Yani, bu konunun arkasında çok ciddi bir ekonomik rasyonalite yatıyor.
Sonuç 1: Artık dünyada, ‘deniz canlılarının evcilleştirilmesi-domestication’ adı verilen bir devasa uğraş alanı var.Bu uğraş şu üç başlığı içeriyor: İnsanlar için optimum türlerin seçilmesi. Bu türlerin biyolojik çevriminin (yumurtlama, genç vahşi bireylerin yakalanarak evcil sisteme dahil edilmesi, ürünlerin şişmanlatılması vs) yönetimi. Ve son olarak da, bu türlerin genetik seçim/iyileştirme ile evcil üretim ortamlarına uyumunun sağlanması. Yani trend tıpkı tavuk-hindi, koyun-keçi-dana üretimi gibi ‘evcil’ balıkların, ‘yabani-doğal’ balıkların yerini alması yönünde.
Sonuç 2: Bugün Türkiye kıyılarında yılda 100 bin ton kültür balığı yetiştiriliyor. “Ah, vah, gitti denizlerimiz” diyoruz. Sadece Çin,denizlerinde yılda 20 milyon ton kültür balığı üretiyor.Hindistan, Vietnam, Şili, Tayland, Malezya, Endonezya, Mısır, Norveç aynı şekilde milyonlarca ton üretim yapıyorlar... Yani küresel trend diyor ki, Türkiye kıyısal felaketinin henüz başındayız!
Not: Bu yazıdaki verilerin tamamına yakını BM Dünya Gıda Güvenliği Komitesi’nin Haziran 2014 tarihli HLEP Raporu’nda bulunmaktadır.
--------------------------
SORUNLAR-SORULAR!
Koca deniz etkilenir mi? Kültür balıkçılığının su altında yaşam dengesini altüst eden en önemli özelliği: Tüketilmeyen yem ve yoğun dışkı ile büyük bir azot ve fosfor, yani bir tür aşırı gübre ve çökelti oluşturması. (Sedimantasyon: Su altı yaşamını yokeden kalın bir toksik etkili örtü. Ötrifikasyon: Aşırı gübre ile yosunların dejenerasyonu, hızlı büyümeleri ve oksijen fakirliği). Bizim çapalarımızın ucuna takılan, sıvanan gri-siyah bir balçık kütlesi olarak gördüğümüz bu atıkların yaşamı nasıl hızla yokettiğini gözle izlememiz hayli zor. Görünürlük seviyesinin 2 metrenin altına düştüğü o bulanık sularda deniz dibi görünmüyor zaten!
Mangrove ormanları tersini söylüyor… Ama dünyadaki kültür karideslerinin önemli bir bölümünün üretildiği Vietnam, Tayland gibi ülkelerde bunu izlemenin basit bir yolu var. 1950 yılında Vietnam’ın 2500 km.’lik sahil şeridi Mangrove ormanları ile kaplıydı. Sahillerde su altında yetişen bu ağaçlar, bölgede sık görülen tsunamilerde bir sahil bariyeri olmanın ötesinde, tropik balıklar için de bir doğumevi görevi görüyorlar. Greenpeace’in 2007 tarihli ‘Sürdürülebilir Aquakültür’ raporuna göre karides çiftliklerinin her yeri sarmasıyla bugün Vietnam’da Mangrove ormanları yüzde 80 ölçüsünde azaldı. Bengladeş’te yüzde 50, Tayland’da yüzde 40, Filipinler ve Ekvator’da yüzde 60!
İnsanoğlu paraya doymuyor... Tıpkı bizim Güllük-Çeşme bölgesini kaplayan çupra-levrek balık çiftlikleri gibi, somon çiftliklerinin de öncelikle Kuzey ABD ve Kanada bölgesindeki göç alanına kurulmasının basit bir nedeni var. Akıntı, su sıcaklığı, tuz oranı gibi değerlerin somonun en iyi yetiştirilebileceği bölge olarak burayı işaret ediyor olmaları. Sözkonusu alanlar 2000’li yılların başında dünyada metrekare başına en yoğun balık çiftliği tesisleriyle doldu ve yarattıkları kirlenme öyle bir noktaya ulaştı ki, 2002 yılı baharında 4 milyon doğal pembe somon göç yollarındaki bu sularda öldü. Bu, tarihteki en büyük toplu balık ölümü olarak kayıtlara geçti. Doğal pembe somonun nesli tükenme sinyalleri veriyordu. Ve Kanada bu bölgedeki tüm somon çiftliklerinin ruhsatını iptal etti.
Herşeyin başında sağlık!!! 2010 yılında İstanbul Üniversitesi liderliğinde bir bilim insanları topluluğu tüm Türkiye kıyılarını kültür balıkçılığının etkileri ve geleceği açısından kapsamlı bir incelemeye tabi tuttu. Bu araştırmanın ilginç sonuçlarından biri, mikrobiyolojik kirlenme açısından (koliform bakteriler) örneğin Bodrum’un Fethiye’nin turistik sahilleri balık çiftliklerinin yoğun bulunduğu alanlara göre daha fazla kirli ve tehdit yaratıyor. Aslında buna pek şaşırmamak lazım. Balık çiftlikleri hastalıkları engellemek için denize o kadar kuvvetli seviyede antibiyotik, bakır bileşikleri (mantar ilacı) ve pesticides (haşere ilacı) basıyorlar ki!.. Tabii bu antibiyotik ve toksik birikime yol açan ilaçların kültür balıkları haricinde de ciddi etkileri var! Norveç’te 15 yıl önce, bir çiftlikte hastalık belirtileri ortaya çıkıyor. Basıyorlar ilacı. 2 hafta sonra çiftlikten 400 (!) mil uzakta yakalanan balıklarda ve 80 mil (!) uzaktaki midyelerde yapılan ölçümlerde antibiyotik oranı kabul edilebilir sınırların üstünde bulunuyor.
Hele bunu, en iyisihiç okumayın! Su ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılan ekstra kimyasallar da şunlar: Antifoulingler (inorganik ve organik birikintileri temizleyiciler-zehirli boya), dezenfektanlar (hijyen amaçlı kullanılırlar), algisidler (yosun öldürücüler),herbisidler (bitki öldürücüler), pestisidler (bitki-böcek öldürücüler), parazisidler (parazitöldürücüler), antibakteriyeller (bakteri öldürücüler). Tarımda bu tür ilaçların en etkililerinin üstünde ‘dikkat çok zehirli’ yazar... Bu ilaçlar içinde, bir hayli kadmiyum, kurşun, kalay gibi ‘yaşam dostu’ madde oluğunu da söylemek gerek... Buna karşılık, kafeste yaşayan balıkların canı fena halde sıkıldığı için kullanılan antidepresanlar isedaha mutlu olmamızı sağlayabilir...
Benim olsun, hem de daha büyük olsun... Kafeslerden kaçan balıkların türlerinin devamı için bir şans yarattığı, doğal ortamda gelişmelerini sürdürdükleri ve bu sayede kültür balıkçılığının gelişimine paralel olarak hasret kaldığımız 7-8 kiloluk doğal levrekleri, 2-3 kiloluk doğal çupraları yeniden balıkçı tezgahlarında görmeye başladığımız savı var. Ama bir yandan da kafeslerde yetiştirilen balıklarlaGDO’nun doğal yaşama yayılma riski de mevcut.Dünyada en fazla üretilen kültür balığı 4 milyon ton ile somon. 2010 yılında ABD’de AquaBounty isimli bir firma hızlı büyümeye programlanmış bir GDO (Buna bilimsel olarak GMF: Genetically Modified Fish deniyor) somon yarattı. Normal bir somonun 3 yılda ulaştığı ağırlığa 18 ayda ulaşan bu organizmalar, Panama’da üretilmeye başladı. Kanada 2013’te satışına izin verdi. FDA ise, 4 yıllık bir inceleme sonucunda şimdilik sadece bu balığın çevre üzerinde belirgin bir etkisi bulunmadığına karar vermiş bulunuyor.
Bir GMF başyapıtı: Kültür balıkçılığında GMF konusunda bugüne kadar yapılmış en ‘başarılı’ projenin adı GIFT: Genetik olarak iyileştirilmiş çiftlik tilapiası (tatlı su çuprası). Balığın orijini Nil Nehri. Lezzetli olduğu için kültür balığı olarak kullanılmaya çalışılmış, fakat pek dayanıksız çıkmış. Genetikçiler “Biz bunu adam ederiz” demişler. 1987’de başlatılan proje ‘süper’ sonuç vermiş. Bugün 85 ülkede (Türkiye’de de) üretilen tilapiaların yüzde 80’i GIFT. Yıllık üretim 4-5 milyon ton olarak belirtiliyor. GIFT programıyla genetik iyileştirme sonucunda 5’inci kuşakta büyüme performansı yüzde 85, hastalıklara direnç 2 kat artırıldı. Singapur, Tayvan, İsrail ve en önemlisi de Çin’in karasal kültür balıkçılığında çok önemli bir yeri var. Filipinlerde tüm pazarın yüzde 69’unu, Tayland’da yüzde 36’sını oluşturuyor. Lezzeti de öyle sudak sazan gibi yavan değil, insan bayağı deniz çipurası yediğini sanıyor. (Yani, fish&chips için ideal bir malzeme)))
Protein arzı tamam da...Kültür balıklarının özellikle omega-3 gibi yağasitleri açısından fakir olduğu da iddialar arasında. Bu besin değeri sonuçlarını, birkaç yıl önce Norveç’te bağımsız bir akademik laboratuvarda kültür somonları üzerine yapılmış bir araştırmada okumuştum. Acaba Türkiye’de üretilen kültür balıkları için yapılmış böyle araştırmalar var mı? Duymadım!
Madalyonun diğer yüzü… Yakın zamana kadar dünyada avlanan balıkların yüzde 30’u balık yağı ve balık yemi olarak kültür balıkçılığının besin girdisi için kullanılıyordu. Bu açıdan en makbul balıklar sırasıyla hamsi, ringa ve sardalya. Bizim Karadeniz’in hamsisinin, Gelibolu’nun sardalyasının nereye gittiğini böylece anlıyoruz! Ayrıca burada komik bir paradoks var: Amino asitler, Omega-3 yağ asitleri ve vitaminler açısından zengin bu küçük balıklar, fakir olan kültür balıklarının hızlı üretimi için tercih ediliyor. Sonra da biz besin değeri düşük kültür balıklarını yiyoruz. Kültür balıkçılığının balık yemi gereksinimi için kullanılan yıllık doğal balık miktarının 50 milyon tona yaklaşması ve doğal stokların erimeriskinin ortaya çıkması üzerine, FAO 2009 yılında ‘daha fazla kültür balığı üretim tesisi kurulmaması’ yönünde bir çağrıda bulundu. Son 10 yılda keşfedilen yeni-sentetik yemlerle bu tehlike düşme seyrinde (2013-28 milyon ton).
RAKAMLAR NE DER?
1 ton kültür balığı üretimi için 3-5 ton (mesela mavi ton balığı üretiminde 20 tona çıkıyor bu rakam) yemlik balık kullanılıyor.
Denizlerden yakalanan hamsi, sardalya, kolyos ve ringanın global olarak yüzde 75’i (2012’de 22 milyon ton), balık yemi üretiminde kullanılıyor. Oysa bu cinsler amino asitler ve omega-3 türü yağ asitleri açısından en zengin besin kaynağı.
Kafesteki kültür hayvanları bu ölü balıkları pek sevmiyorlar. İU Su Ürünleri Fakültesi’nin 2006 raporunda kültür balığı tarafından tüketilmeyip dibe çöken bu yem balıklarının oranının yüzde 40’a kadar ulaşabildiği belirtiliyor.
Deniz kafesine dökülen her 1 ton besin maddesinin 300 kilosu balıklar tarafından yenemeden denizin dibine çöküyor.
Bu da Türkiye’nin 100 bin ton deniz balığı üretimi için kullanılan yemlerden 10 bin ton azot bileşiği, 2000 ton fosfor bileşiğininsedimentasyonu (denizdibine çökmesi) demek.
Bir de müthiş bir foseptik konusu var. Örneğin, büyük boy (1 kg.) 200 bin balığın günlük dışkı üretimi, 65 bin insanınkine eşit. Bu dışkı da azot ve fosfor demek...
Deniz çayırları, yani posidonia oceanicadenizde yaşamın kaynağı. Hem oksijen üretimleriyle, hem de yumurtlama alanı olmaları nedeniyle. Balık çiftlikleri bu çayırları Hırvatistan ve Sardunya’da yüzde 100, Korsika’da yüzde 75, İspanya’da yüzde 50 ölçüsünde tahrip etti. Ya Türkiye’de? Bilmiyoruz!
Comments