Yükselen arsa fiyatları ile gelen kentleşme baskısının yanı sıra, göz kamaştıran turizm atağı da Söğüt’te dönüşümü hızlandırıyor. Kızılyer'de Octopus'un yanına açılan beach club tehlikeli bir işaret oldu...
Söğüt, Marmaris’in karayolu ile en zor ulaşılabilen köyü. Datça yolunda Hisarönü’nden sola sapıyor, sırasıyla Orhaniye, Turgut, Selimiye ve Bozburun’u geçiyor, daracık yollarda yaklaşık 1.5 saatlik bir yolculukla varabiliyorsunuz. Buraya, Marmaris’ten körfez boyunca İçmeler, Turunç, Çiftlik ve Bayır köylerini geçerek dağ yollarından ulaşmak da mümkün ama bu kez 2 saat yolculuk yapacaksınız.
Bu ücra köye ilk kez 2000’lerin başında Bozburun Sabrina’s Haus’da yaz tatillerimizi geçirdiğimiz günlerde gelmeye başladık. O zamanlar Erdal İnönü de yaz tatillerinde Sabrina’ya çok gelirdi. Ara sıra karşılaşırdık. İnönü Ailesi -Bozburun’un en eski Ankaralı müdavimlerinden Korel Göymen, bazen ODTÜ’nün efsane hocaları Yiğit Gülöksüz ve İlhan Tekeli de ekibe katılır- sabah saatlerinde Nihat Kaptan’ın 8 metrelik tenteli piyadesine biner, o günlerde bomboş olan Adaboğazı’nda deniz molası verdikten sonra yemeklerini yemiş olarak otele döner, istirahate çekilirlerdi.
İnönü Ailesi nerede yiyor?
Bir gün merak ettim, otelin o günlerdeki ünlü yöneticisi Asım’a sordum: “Allah aşkına İnönüler yemeklerini nerede yiyor, Nihat Kaptan balık tutup pişiriyor mu, yoksa çevrede güzel restoranlar var da, biz mi bilmiyoruz?”
Asım bir sır paylaşır gibi fısıltıyla yanıt verdi: “Ali Beycim, onlar Söğüt’e gidip orada yemek yiyorlar.” Bir merak, bir merak… Hemen ertesi gün mekânları öğrendik. Söğüt’ün bir Kızılyer Mahallesi varmış, orada Octopus Restaurant, bir de Cumhuriyet Mahallesi ve Denizkızı Restaurant.
Sabrina’s House’un yemekleri pek parlak değil, o zamanlar hemen bitişiğindeki Orfoz da açılmamıştı. İnönüler, Nihat Kaptan’ın kayığıyla denize çıktıklarında -kayırma-haksızlık olmasın diye- bir gün Octopus’a, bir gün Denizkızı’na yemeğe giderlermiş.
Önce denizden keşfedildi
Hemen arabamıza atladık toprak yollardan Söğüt’ün yolunu tuttuk. Tabii o zamanlar yollarda ne bir tabela ne bir insan var. İki-üç kez yolumuzu kaybettikten sonra tepelerde bir köye geldik ve denize indiğimizde kendimizi Muhammed Usta’nın Denizkızı Restaurant’ında bulduk.
O günlerde kıyıda neredeyse tek bir bina var. O nasıl bir lezzet anlatmak mümkün değil. Sonradan öğrendim ki bölgedeki en önemli özlü sözlerden biri “Söğüt’ün kadınları çok iyi balıkçıdır, erkekleri de birer mutfak üstadıdır.”
Bu mutfak üstatlarının en ünlüsü Muhammed Usta yıllarca Marmaris’in çeşitli restoranlarında şeflik yapıp, ‘ucuz olsun kötü olsun’ anlayışıyla patronun satın aldığı malzemeden bıkınca Söğüt’e döner ve ailenin deniz kıyısındaki arsasında bir restoran açar.
O yıllarda Söğüt’e gelen yerli turist yok, pek az yabancı yatçı var. Ama Muhammed Usta kararlı. Pazarda güzel sebze salata bulunmuyor, restoranının arka bahçesini bostan yapıyor. Yediğiniz her meze bir lezzet bombası. Sabah balığa çıkıyor, vitrindeki her balık o sabah kendisi tarafından avlanmış.
Bir sonraki gelişimizde Kızılyer Mahallesini keşfettik… Octopus Restaurant da bostanıyla, balığıyla bir lezzet yuvası.
O günlerde Söğüt kıyılarında bir de İngiliz Ross Ailesi’nin işlettiği Villa Julia isimli ‘butik otel’ vardı. Önünde bir korsan gemisini andıran koca yelkensi bağlı dururdu. Müşterileri çoğunlukla İngilizlerdi.
Bu arada, tepelerde inanılmaz bir Yeşilova Körfezi seyir alanı olan Manzara kahvehanesini de unutmayalım.
Hepi topu 10 yıl geçti, belki o kadar bile değil. Erken yaşta emekli olmuş İstanbullu profesyoneller Söğüt’te siesta keyfini keşfetmeye başladı. Söğüt yamaçlarındaki yıkık dökük eski evler renove ediliyordu. Köyde bir tür inziva yaşamı…
Bir arkadaşım “Bakkalda bir diğer kentli ile karşılaştığımızda kafamızı öne eğer, yalnızlığımız bozulmasın diye selam bile vermezdik” diye o günleri anlatıyor.
Baş döndürücü bir değişim
2010’ların başından bahsediyorum… Çok sert SİT yasakları vardı. Deniz kıyısına 2 metrelik kayık bağlama iskelesi yapanın 20 yıl hapis cezasıyla yargılandığı günler…
Ancak o günlerde kalburüstü denizciler ortaya çıkmış, tekne boyutları büyümüş ve bu yeni denizciler Söğüt lezzet duraklarına uğradıkça kıyıdan hızla 300-400 metrelere yükselen yamaçlardaki arsaları hayli makul rakamlarla köylülerden satın almaya başlamışlardı.
2015 itibariyle bu arsalarda kimi kaçak yapılar, yıkık eski binalarda yenileme çalışmaları hızlandı. Yamaçlarda birkaç butik pansiyon, kıyılarda Ahtapotçu Mehmet gibi birkaç yeni lezzet durağı ortaya çıktı.
Söğüt ufaktan keşfediliyordu… Özellikle imar barışı günlerinde bu sevimli sahil köyümüzde akıl ötesi bir değişim yaşandı.
Kıyılarımızdaki kentleşme baskısını Google Earth’ün Time Laps isimli bir zaman yolculuğu programını kullanarak araştırıyorum.
Son 30 yılda tüm dünyada çekilmiş 100 milyon civarında uydu fotoğrafının birleştirilmesiyle hazırlanmış bir program.
2015 Söğüt Cumhuriyet Mahallesi uydu görüntüsünden binaları saydım, 120 tane. İmar barışı kaosu sonucunda 2019’daki uydu görüntülerinde ise tam 400.
Bu yeni yapıların sanırım tümü yasaya aykırı. Bu bölge hâlâ doğal ve tarihi SİT alanı ve yapılaşma izni yok. Zaten Muğla İl Çevre Müdürlüğü tarafından suç duyurusunda bulunulan ve idari mahkemelerdeki yargı süreci tamamlananlardan 20-30’u da 2020 sonbaharında yıkıldı. Diğerleri duruyor.
Dönümü 1, hatta 1.5 milyon TL’ye çıkıp iştah patlatan arsa fiyatlarıyla bu hızlı kentleşme baskısı bir konu. Diğer bir konu da, bu ücra köyümüzdeki göz kamaştıran turizm atağı.
Son birkaç yıl içinde, yılların mütevazı Manzara Kahvehanesi’nin işletmesini ikinci nesil oğullar devraldı. Naci ve Ali… İsmi Manzara Fish&Steak House oldu. İskelelerden tekne ile gelen müşterilerini Mercedes ‘VİP’ Vito ile alıp günbatımında Nusr-et’i aratmayacak dry-aged et ziyafetleri, ıstakozlu makarna lezzetleriyle buluşmaya çıkarıyorlar.
Dilara Endican, Barba Saranda isminde yüksek lezzet sunan bir brasserie-patisserie açtı. Çevreye park eden dev motoryatlardan tender’larıyla deniz üstündeki bu teras restorana inenler kıyıda göz kamaştırıyorlar.
Yanlış anlaşılmasın. Söğüt sadece A+ segmente hitap eden bir değişim içinde değil. Örneğin bir yanda Cumhuriyet Mahallesi kıyısında Barba Saranda açıldı ama az ötesinde yerellerin ve daha mütevazı ziyaretçilere hitap eden Esinti de var. Kızılyer Mahallesi’nde de Keçibükü isminde hem deniz hem kara turizmine hizmet veren keyifli bir restoran açıldı. Tepelerde Manzara Fish&Steak House’un az ötesinde Saranda Teras diye daha mütevazi bir mekân hizmete girdi. Yine yamaçtaki butik otel Bademli Ev’in özellikle kahvaltıları bir efsane, kıyıda Yasemin Hanım’ın Yalıbaşı Restaurant’ı anlatıla anlatıla bitirilemiyor.
Bilmem kaç bin watt’lık ses!
Ama değişim başlayınca dur durak bilmiyor. Bu yıl Söğüt’te sanki Kafkaesk bir metamorfoz tehlikesi var. Nasıldı o muhteşem roman? Akşam yattın insansın, sabah kalktın hamamböceği!
2021 Haziran ayı ikinci haftası yelkencilerin Hisarönü’ndeki favori mekânı Octopus Restaurant’ın iskelesine yanaştık ve bir gümbürtü koptu. Bir de baktık ki, Octopus’un yanındaki boş arazi çitlerle çevrilmiş, kibar-zarif ahşap yapılar inşa edilmiş.
Ve öğrendim ki, Ankaralı mülk sahibi ve Manzara’nın başarılı işletmecileri burada bir beach club kurmak üzere kolları sıvamışlar. Sezona hazırlanmakta olan bu yeni tesisin (ismi mesela ‘Manzara on the Beach’ olabilir) bilmem kaç bin watt’lık ses sisteminin denemeleri yapılıyor.
Konsept yabancı değil. Geçen yıl da Barba Saranda’nın işletmecileri yine Söğüt Kızılyer Mahallesi’nde yörede Fransız’ın Yeri olarak bilinen, koyun en batı ucundaki arsa ve binalara bir beach club yapmak üzere astronomik bir teklif götürmüşlerdi de dehşete kapılmıştık. Neyse ki pazarlık sonuç vermedi, üstelik de Fransız’ın Yeri mevkiindeki binalar bu yıl kaçak olduğu kesinleşip yıkılanlar arasında.
Ama anlaşılan yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Ne de olsa Barba Saranda’nın talip olduğu arsa köyden hayli uzaktı. Fakat… Eğer Manzara Beach Club, Bodrum’daki, Fethiye’deki, Marmaris’teki benzerlerinde olduğu gibi bangır bangır bir müzik yayınıyla faaliyete başlarsa, Söğüt’te tatlı bir siesta, huzur arayışıyla saatlerce yol yapan denizciler bir kaleyi daha kaybederler. Ayrıca bu tür işletmeler bir moda halinde yaygınlaşıveriyor. Bugün Kızılyer’de biri açılır, yarın Cumhuriyet Mahallesi’nde 5 tane birden...
Zaten Cumhuriyet Mahallesi kıyıları baştan aşağı ‘beach iskeleleri’ ile donanmış durumda. İstersen, bunların tümünün tepesine birer dev hoparlör koyarsın, ‘Apocalypse Now-Kıyamet’ filmi nerede çekilmiş tüm dünyaya parmak ısırttırırsın.
Örnek… Geçen yıl sezon sonunda Söğüt’te Keçibükü Restaurant’da bir köy düğününe denk geldik. Herhalde komşu köy Bozburun’dakilerin bile uykusu kaçmıştır. İnanın deniz üstünde, böyle bir işkence olamaz.
Biraz da uzak geçmiş…
Söğüt, 2500-3000 yıl önce…
Buralarda 5 antik yerleşim var. İki kıyı mahallesinin arasında Tymnus, Ortaca mevkiinde Thyssanos, tepede Söğüt merkezine yakın Saranda ise bunların arasında en büyük olanı. Zaten yeni turizmciler Cumhuriyet Mahallesine havalı olsun diye Saranda demeye başladı. Yakın geçmişte limana da ismini veren Saranda’da hâlâ birkaç antik yapı izi vardır. Ama bölgedeki asıl tarihi miras 3-5 km mesafedeki Taşlıca Köyü yanındaki Phoenix antik kenti kalıntıları. Bu köyün az ilerisinde Karaburun üzerinde Kassara ve Loryma antik yerleşimleri, yani meşhur Serçe ve Bozukkale limanları var. Kısacası, Söğüt ve ötesi bir yandan da eşsiz bir antik miras. Ama biz burada şimdi bir beach club mirası yaratma peşindeyiz…
Dönüşüme direnmeliyiz
Gezi yazarı Melih Uslu anlatıyor; “Söğüt tepelerinde, köy evlerinde, kök boya ve koyun yünü ile dokunan ve ‘ehram’ diye anılan bir kilim sanatı çok meşhur.” Peki bunu sürdüren kaç aile var şimdi?
Söğüt’ü ilk keşfettiğim yıllarda “Restoranlar bu koyda müşterilerinin günlük balıklarını, ahtapotunu yakalarlardı” diye yazmıştım. Körfezde eseri kalmayan balığı bir yana bırakalım, 50 yıl önce sünger avcıları kazan başlık, tulum forma ile günde 50 kilo sünger çıkarır, sezonda kazandıkları para ile Marmaris’te 20 dönüm arsa alırlarmış,
Bugün bırakın Söğüt’ü, Yeşilova Körfezi’nde bir kök sünger kaldı mı?
Köyün kabristanında mezar taşlarına kadınların yağını çıkarıp parfüm olarak kullandığı yaban mersini çalıları asılırdı.
Yazın misafirlere buzlu badem ikramı bir gelenekti. Şimdilerde bu güzelim ağaçlar sökülüp, turizm tesislerine gölgelik ve süs yapacak palmiyeler mi dikiliyor? Evet!
Son söz… İnsanın içini acıtan bu değişime ek olarak şimdi de bir ‘beach club’ arzusu. Söğüt örneğinde, biri proje olarak kaldı, ama bir diğeri sezona hazırlanıyor. Herhalde yan koyda 3-5’i de sırada bekliyordur. Anlamak mümkün değil. Beach club isteyen Bodrum Göltürkbükü’ne gider.
En çekici özelliği huzur olan Söğüt, bu yazının başında belirttiğim gibi karayolu ile mavi kıyılarımızda en zor ulaşılabilen köy. Aynı şekilde deniz yoluyla da ulaşımı pek kolay değil. Kim gelecek bu beach club’lara?
Bakın, Ege-Yunan Adaları önümüzdeki dönemde, eko-turizme, artizanal mutfak kültürüne, antik miras turizmine, sükûnete, huzura yatırım yapıyor. Biz neden sadece bilmem kaç bin watt müzik destekli beach-club’lar düşünebiliyoruz?
Bildiğiniz gibi… Pandemi döneminde, doktorlardan sonra söyleyecekleri en çok merak edilen uzmanlar, yani astrologlar diyorlar ki, “Değişime direnmeyin!” Tamam... Değişime değil, ama böyle bir dönüşüme direnmeliyiz…
Comments