Bu kez Akdeniz’i, Ege’yi aştık, kendimizi ilk kez Yunanistan’ın diğer yakasına, İyon Denizi’ne attık. Avrupa’nın rüya alemi olarak tanıdığı Korfu kıyılarındayız... Ege Adaları’na ‘Yunan Adası’ demeye dilimiz varmaz. Yarı Türk, yarı Yunan ya da en azından Batı Anadolu kültürü ile fazlasıyla içli dışlıdır bu topraklar. İyon Adaları’na da ‘Yunan Adası’ diyemiyorsunuz. En azından yüzde 50 İtalyan! Yemekleri de, evlerin mimarisi de, insanların yüzleri ve jestleri de...
İyon Denizi’ndeki adaların en bilineni herhalde Korfu’dur. Homeros’a bakarsanız Demeter’in, Uranus’ün, Apollon’un adası. Skolastikler’e göre Diyonisos da burayı mesken tutmuş. Yani tarih öncesinden bu yana Korfu bir bereket, sanat, şarap, refah ve zevk adası olmalı.
İlk kez bu bölgeye gidiyorduk. Ve beni çarpan ilk şey, yol boyunca Yunanistan ana karasının girintili çıkıntılı coğrafyası, sayıları 2 bin olarak ifade edilen irili ufaklı adaların üzerinde uçmak oldu. Uçakta tek tek adaları tanımlamaya çalışırken yüzyıllar boyunca bu sulara ne kadar çok kan karışmış, ne umutsuz aşklar yaşanmış, bu uğurda nice krallar devrilmiş diye düşündüm durdum..
Ardından Korfu sahiline inşa edilmiş havalimanına sanki denize inermiş gibi konduk.
İlk izlenimim burası Yunanistan değil, sanki İtalya…
Dost canlısı adalılarla ilk yüzyüze gelişimizden itibaren Türk olduğumuza hiç ihtimal vermediler. Fransız, Orta Avrupalı, İspanyol… Her türlü tahmin yapılıyor, Türk olduğumuzu öğrendiklerinde şaşkın bir ifade ile yüzümüze bakıyorlardı. İlk gün, gecenin ilerleyen saatlerinde geleneksel ‘sevgili komşu’ muhabbeti yapmaya yeltendik. Bu da tam bir şaşkınlık yarattı. Korfu’da Türkler ‘komşu’ değil, komşuları İtalya ve Arnavutluk.
Böylece İyon Denizi gezimiz tam manasıyla yabancı sularda başlamış oldu...
Ama bir dakika! Mezeler, uzolar, retsina şarabı, Mythos birası fevkalade tanıdık... Sadece kültür farklı. Avrupa’ya daha yakın bir yaşam tarzı... Fiyatlar da öyle, alıştığımız adalara göre bir hayli yüksek...
Korfu ile karasal tanışma
30 Ağustos’u da gezimize katınca İyon Denizi adalarını keşfetmek için kendimize 10 günlük bir tatil yaratmıştık. Tekneyi cumartesi alacağımız için toplamda 3 gece 2 tam gün karadayız ve adanın kalbi olan Kerkira’yı tanımaya çalışıyoruz.
Kerkira’nın asıl görülmesi gereken bölgesi, bizim Datça büyüklüğünde bir alan olan eski şehir. Trafiğe kapalı olan bu bölge denize dik 15, paralel de 10 kadar daracık sokaktan ibaret. İtalyan ve klasik Akdeniz mimarisini yansıtan rengarenk boyalı, pencereleri ahşap kepenkli, kimi restore edilmiş, kimi viraneden farksız binalarla kaplı bir alan. Evlerin alt katlarının neredeyse tamamı dükkanlar, barlar ve tavernalar.
Korfu, Avrupa’nın kalburüstü turistlerini çeken bir ada, bu nedenle en ünlü markaları da, kaliteli ahşap, gümüş takı, seramik, tekstil, hediyelik eşya reyonlarını da birbirine bitişik bu dükkanlarda bulmak mümkün.
Yolculuğumuz boyunca hayret edeceğimiz İtalyan-Yunan kırması tavernalarla da hemen ilk gece tanıştık. Yemek için beğendiğimiz yerlerin tümünün kapısında taverna yazıyor, ama klasik anlamda taverna Kerkira’da, hele ki eski şehir bölgesinde, parmakla sayılacak kadar az. Bunlara restaurant demek daha doğru, çünkü güçlü İtalyan mutfak esintileriyle hemen hemen tümünün menüsünde pizza, makarna ve Cotlette Milanaise gibi uluslararası mutfağa sıçramış İtalyan et yemeklerini bulmak mümkün.
Biz de ilk gece merkezde klasik tavernaya en yakın olduğunu hissettiğimiz bir yerde (Liston’un hemen arkasında Rex Restaurant’da); ikinci gece de ‘madem ki burada tarz İtalyan’ diyerek Korfu’nun en güzel İtalyan restoranlarından biri olan Basilico’da yemeklerimizi yedik. Yolculuğumuza enerji topladık.
Gündüzümüzü de adanın tabiat açısından en hoş bölgesi olan kuzeydoğu kıyısının ucuna Kassiopi’ye kadar araba ile gezerek geçirdik. Kaminaki Beach’de bir kıyı tavernasında öğle yemeği yedik, denize girdik. Gezimiz hoştu ama ‘inanılmaz’ değildi. Kerkira’yı keşfetmek çok daha heyecanlıydı.
Marina Gouvia
Cumartesi sabahı yolculuğumuzun heyecanıyla erken saatte marinaya yollandık. Cosmos Yachting’den kiraladığımız yeni nesil Bavaria 45 Cruiser turdan dönmüş temizleniyordu. Ben tekneye en yakın kafede demirledim, hazırlıkları takip ediyorum. Ekibimiz de marinaya en yakın süpermarkete alışverişe gitti. Bu arada bir de Vodafone bayisine uğrayıp Ipad’lere 20 euro’luk 1 aylık sınırsız data hattı taktırmışlar. Bu da faydalı bir hareket, çünkü GSM operatörleri data hattını yurtdışı paketlerine dahil etmiyor.
Cosmos’un Gouvia’daki yöneticileri, şirketin Türkiye’deki temsilcisi olan MTM Yachting ekibini gayet iyi tanıyor, sohbete koyulduk, neredeyse akraba çıkacağız. Bize bir iki şişe soğuk hoşgeldin şarabı hediye ettiler. O arada temizlenen tekneye de yerleştik, alışveriş malzemelerimizi dolaplara taşıdık ve saat 15.00 gibi denize açılmaya hazır hale geldik.
Peki hazırlık aşaması için pratik gözlemlerim neler?
Birincisi ve en önemlisi, mümkünse hareketten 1-2 gün önce Korfu’ya ulaşmalı. Hem çok etkileyici olan eski şehri gezmeli, hem de marina da teslim etmek üzere bir araba kiralayıp yolculuk alışverişini Gouvia’da ya da merkezdeki bir süpermarkette yapmalı. Zira marinanın süpermarketinde pek çeşit yok, fiyatlar da tam anlamıyla kazık!
İkincisi, Avrupa’ya geçtiniz ya, hizmet sektörünün ‘Avrupa standartlarını’ da hemen görüyorsunuz. Örneğin tekneler temizleniyor, ama havlu, çarşaf ve nevresimleri bir torba içinde elinize tutuşturuyorlar, sıcak havada yatakları siz hazırlayacaksınız!
Nihayet denizdeyiz...
İki günlük kara tatili çok gelmiş, denizi ve yelkeni de özlemişiz.
Marina’dan çıkar çıkmaz rahatladık ve 15-16 knot rüzgarı yakaladık. Hoşgeldin şaraplarıyla birlikte yelkenleri de açtık, keyfimiz süper oldu.
Gouvia Marina, merkez Kerkira’nın 5 mil kadar kuzeyinde. Biz ise, İyon Denizi’nin güney bölgelerine gideceğiz. Marinaya 20-30 mil mesafede sırasıyla Benitses, Moraitika,Petriti ve biraz daha aşağıda da adanın güney bölgesinin idari merkezi Lefkimmi’nin ‘İyon’un Venediki’ olarak anılmasına neden olan meşhur kanalının denize bağlantı yerinde Kavos limanları var.
Adanın Arnavutluk ile boğaz kısmına Kuzey Korfu Kanalı, Paksoi ile arasındaki açık deniz bölümüne de Güney Kanalı adı veriliyor. Bu kanallar boyunca meltem batıdan kuzeye dönüyor. Çoğunlukla kuzeybatıdan esen yelkene son derece müsait bir rüzgar ve kıyı korumasında dalgasız bir deniz var. Biz de ilk gün, bu rüzgar ile yelkenleri açıp kendimizi ve motoru fazla yormadan yokuş aşağı salındık.
Yolculuk öncesi Rod Heikell’ın kitabından, Google Earth ve Panormino fotoğraflarından tüm kıyıyı incelemiştim. Bu uzun kumsallarla kaplı sahilin en güzel barınma noktasının Petriti olduğu kanaatindeydim.
Akşamüstü 18.30 sularında Petriti’ye ulaştık. Ama o da ne? 15 civarında teknenin kıçtankara yanaşabildiği mendirek tamamen dolu. Mendireğin güneyinde yer alan ve kanaldan gelen soluganlardan kısmen korunaklı alanda da 15-20 tekne alargada. Sabah erken çıkacağımız için derinliğe ve rüzgarın yönünün değişmesine bağlı olarak teknemizin salınımlarını ölçüp mendireğin hemen ağzına demiri attık. Dip zaten 3-4 metre ve balçık, 25 metre zincir atıp kendimizi güvene aldık ve akşama hazırlandık.
Dingiye atladım kıyıdaki tavernaları yakından inceledim, tam teknemizin hizasındaki yani liman girişinin karşısındaki Limnopoula Taverna’da karar kıldım, deniz kıyısında rezervasyon yaptım.
Benitses’ten Korfu’nun en güney ucuna kadar sahil tamamen kumsal, bazen küçük lagünler ve en uçta da çok büyük bir tuzla var. Yani bu bölgenin barbunu güzeldir, diye tahmin ediyorum. Akşam yemeğimizi yolculuğumuzun en hakiki Yunan tavernalarından biri olan Limnopoula’da yedik ve barbunu test ettik, kaliteyi onayladık. Güzeldi...
Karar anı ve bir Sivota macerası
O gece akşam yemeğinde çok önemli bir karar verdik. Yolculuğa hazırlanırken niyetimiz, eğer hava muhalefeti olmazsa ilk gün Petriti ya da Paksoi, ertesi gün uzun bir yol yaparak Lefkas’a gitmek şeklindeydi.
Fakat bu durumda İyon Denizi’nin en güzel adalarından Ithaka ve Kefalonya’yı bir meçhule ertelemekten de korkuyordum. Denizi, adaları, insanlarını sevmiştik. O akşam bir müzakere yaptık ve gelecek yıl bir tur daha yapmak bize cazip göründü. Böylece de bir haftalık tatilimizi her gün uzun yollar yerine yakın mesafelerde rahatça geçirmeye karar verdik.
Gezimizi Korfu ve Paksoi adaları ile sınırlamış olmanın verdiği rahatlıkla sabah denize girdikten sonra “Bir de Yunan ana karasına uğrayalım” dedik ve 12 mil doğudaki Sivota’ya gitmeye karar verdik.
Bu kararımızın bir nedeni de, o gün öğleden sonra Poseidon’un 6 bofor şiddetinde karayel alarmı veriyor olmasıydı. Alternatif rotamız Paksoi’nin kuzey ucundaki Lakka Koyu olabilirdi. Ama Lakka hakkında öyle güzel tavsiyeler vardı ki, oraya sakin bir günde gidip turkuaz denizinin ve bizim Sedir Adası’ndakine benzeyen beyaz toz kumunun keyfini doya doya çıkarmak istedik.
Sözü uzatmayayım, öğlene doğru, tam rüzgar azarken yola çıktık Sivota’ya dümen tuttuk. Kısa süre içinde 24-28 knot’a ulaşan rüzgarda yelkenleri üçte iki açarak sahiden kuş gibi uçarak Sivota’ya vardık.
Sivota köyü, Mourtos, Agios Nicolos ve Sivota adalarının arkasında uzun bir sahili olan çok keyifli bir yerleşim merkezi. Ama bize bu keyif başka bir zamanmış. 6 bofor kuzeybatı rüzgarı bu sevimli rıhtım köyünü denizciler için tam bir felakete çevirdi.
Limanın mendireğinin içinde yer yoktu. Teknemizi rıhtımın nispeten az dalga alan bir yerine 50 metre kadar uzun ve gergin bir zincir döşeyerek yanaştırdık. Fakat nasıl bir çalkantı var? Anlatmak mümkün değil. Teknelerin kıçı rıhtımın taş bloklarının önünde 1-2 metre yükselip alçalıyor. Yani tam anlamıyla sinir bozucu bir durum.
Çareyi, teknelerin perişanlığını görmeyeceğimiz arka sokaklardaki MammaMia İtalyan restoranında yemeğe oturmakta bulduk. İç sokaklar sakindi. Dönene kadar döşediğimiz uzun zincir sayesinde teknemize hiçbir şey olmamıştı ve gece 23.00 sularında nihayet deli gibi esen rüzgar bitmiş, rıhtım hizasında bizim tekne için küçük sayılacak 1 metrelik ölü dalgalar kalmıştı. Ama yine de patlayan o deli dalgalardan ceviz kabuğu gibi suda oynayan tekneye geçerken karadaki turistler epey bir fotoğrafımızı çektiler...
Biz şanslıydık. Yeni seri Cruiser’ın yüzme platformu hidrolik açılıp kapanabildiği için teknemizi sahilden uzak bir mesafede tutup, girip çıkarken arka kapağı açmakla yetinmiştik. Komşularımız ise kıyıya daha yakın durmak zorunda kaldıkları için 7-8 saat boyunca teknelerinin kıçını balon usturmaçalarla besleyip, bir kısmı motor kullanıp tekneyi rıhtımdan açmaya çalışarak geçirmek zorunda kalmışlardı.
Sakin bir sabah ve Paksoi’ye bypass
Sabah huzur içinde ve tahta gibi bir denizle uyandık. Sanki bir gün önceki o karmaşa bir şakaydı!
Deniz böyle işte. Derler ya; “Denizin öfkesi de yoktur, acıması da”...
Özellikle Anti-Paksoi ve Lefkas, denize çılgınca dik inen kayalıkları ve bu kayalarda azgın dalgaların yüzyıllarca sürmüş bir uğraşla ürettiği dev mağaralarıyla ünlü adalar. Sivota’nin batısını kaplayan adalardan Mourtos’da da bu büyük mağaralardan biri var. Sabahın sakin saatlerinde bu dev mağarayı da yakından gördükten sonra Paksoi’ye doğru dümen tuttuk.
Paksoi kelimenin tam anlamıyla bir rüya ada! Ama Paksoi ile anılarımızı Yacht Türkiye’nin bir sonraki sayısında (Kasım 2013) sizlerle paylaşacağım. Şimdi bu unutulmaz 3 günümüzü pas geçiyor, Paksoi’nin son durağı olan Lakka’dan Korfu’ya dönüş yoluyla anılarımıza devam ediyorum.
İyon Denizi’ndeki bu yolculuğumuzu Korfu ve Paksoi ile sınırlayınca, normalde bu bölgede gezi yapanların pek uğrama fırsatı bulamadıkları batı kıyılarını ve özellikle de yanyana üç eşsiz koydan ulaşan Paleokastritsia yerleşim merkezini ziyaret etmeye karar vermiştik.
34 mil yol. Sabah çok da geç kalmadan yola çıktık. Korfu’nun güneybatısındaki ıssız sahilleri sakin bir havada motor seyri ile hızlı bir şekildegeçtik.
Ufukta Paleokastritsia belirginleştiğinde teknemizin sancağında 200-300 metrelik dimdik bir kayalık yarın altındaki Liapedes Koyu ve buradaki Paradise Beach’i seyrediyorduk.
Derken limana geldik. O da ne? Kayalıkların arasından oldukça dikkatli geçilmesi gereken bir liman ve içerde hiç abartmadan söylüyorum yüzlerce küçük gezi teknesi. Rıhtımlar tamamen işgal altında. Neyse mendirekte bir boş bölge gördüm. Sadece bir eski ahşap yelkenli bordalamış. O da boşluğun önemli bir kımsını kaplamış.
Teknemizde bir bow-thruster olduğuna ilk kez gerçekten sevindim. Daracık aralıklardan geçip bu teknenin yanına gittik. İçinden yaşlıca bir Fransız gezgin çıktı, “Yanaşmak mı istiyorsunuz, size yer açalım, ya da isterseniz benim üstüme aborda olun” dedi.
“Mümkünse teknenizi biraz geri çekin biz de rıhtıma bordalayalım” dedim. Adam tek başına halatlarını çözüp teknesini biraz geri aldı. Açılan aralığa biz de bordaladık. Palamarlarımızı aldı. Bizim bir hayli irice teknemizi asılıp kıyıya yanaştırdı. “Bira mı seversiniz, şarap mı?” diye sordum. “Ne demek bir teşekkür kafi” dedi. Tam bir denizci komşumuz vardı anlayacağınız.
İlerleyen iki saat içinde limana bir İtalyan bir de Alman yelkenli geldi. Onları da biz iki tekne bordamıza yanaştırdık. Korfu’nun batı kıyısında yat turizminin bir hayli uzağında ilginç bir uluslararası topluluk oluşturduk. Güzel, sakin bir gece geçirdik.
Batı’nın ıssızlığı...
Yunan adalarında her zaman doğu ve güney kıyıları revaçtadır. Meltem bu adaların tümünü batıdan ve çok kızarsa kuzeyden döver. Korfu için de bu geçerli. Bu nedenle de Paleokastritsa yat turizm rotalarından uzak. Daha çok Adriyatik’ten aşağı inenler, Korint’ten geçeceklerin tercih ettiği bir durak noktası.
Akşam hemen limanın yamacındaki Alipa Beach Restaurant’da yemek yedik. Bu yolculukta hiç fırsat bulmamıştım. Bir istakozlu makarna ile gezinin zirvesini yaptım. İstakoz, daha doğrusu langustin lokal ürün. Zaten bu kayalık sahillerde bol bol olması da gerekir.
Paleokastritsa bir dağ köyü. Kıyısında birbirine bitişik üç güzel koy var. Bizim konakladığımız Alipa Limanı. Biraz güneyimizde, yamaçlarında villalar ve en ucunda büyük bir otel olan Spiridon Koyu var. Kuzeyinde de yamacında hayli etkileyici Moni Theodokos manastırı bulunan Spiridonos Koyu bulunuyor. Bu koyları birbirinden ayıran burunlarda 100 metreden yüksek kayalık duvarın hemen önünde deniz bir 100 metre kadar kuyu gibi aşağı gidiyor. Yani burası mükemmel bir scuba merkezi.
Biraz oyalandıktan sonra Paleokastritsa’dan ayrıldık. Kuzeye doğru Korfu’nun kıyısından yolumuza devam ettik. Öğleden önce hava sakindi, adanın kuzey kıyılarında unutulmaz bir görsel şölen oluşturan ve kilometrelerce uzayan Beyaz Yarlar bölgesini geçtik. Derken Korfu’nun kuzeybatı ucundaki Sidra Köyü’ne ulaştık. Burada Canal d’Amour denilen içinden geçebilenlerin aşklarının ölümsüz olacağına inanılan fiyordu bordalarken “Acaba bizim tekne bu kanaldan geçer mi?” diye düşünmedik değil, ama derinliğin 1 metreye düştüğünü bildiğimizden uzaktan tebessümle izlemekle yetindik.
Geri sayım...
Günlerden Cuma. Saatler hızla ilerliyor. Sona yaklaştığımız o anlarda Poseidon sanırım bize acıdı. Kuzeyden fırışka bir rüzgar geldi. Yelkenleri açtık kuzey sahillerini rehavet içinde geçtik. Adanın doğusuna dönüp kanala girdiğimiz anda yelkenlerimiz iyice rüzgar ile doldu. Son gecemizi geçireceğimiz Kalami Koyu’na doğru yollandık.
Arnavutluk topraklarına sadece 2-3 km. mesafe olan bu kanaldan geçmişte çok fazla kaçak giriş yaşanmış. O günlerde sert kurallar varmış. Kanal boyunca kayalıkların üstüne inşa edilmiş eski fenerlerin 100 metre içinde kalınması gerekiyormuş. Yelkenlerimizle ufak ufak güneye doğru süzülürken gözümün önüne taşıdığı tıklım tıklım mülteciyle suya batacak gibi duran kayıkların görüntüleri geldi.
Acımasız bir dünya!
Galiba her mavi yolculuğun son anlarında insan böyle hüzünlenmeye meyilli oluyor.
Neyse, güneş ufka doğru yaklaşırken huzur dolu son gecemizi geçireceğimiz Kalami’ye ulaştık. Kalami yazar Lawrence Durrel’ın mekanıymış. O da kalabalıktan uzak kalmak için temmuz ve ağustos ayları dışında vaktini bu minik köyde geçirir, kitaplarını yazarmış.
Biz de son saatlerimizi huzur içinde geçirmek için koyun ortasına demirledik. Bu gece taverna yok, tekneden sahilin güzelliklerini seyrediyoruz.
Yine yamaçlarda villalar, asırlık serviler, çamlar, yeşilin binbir tonu. Yine, deniz turkuazdan laciverte, mavinin binbir tonu.
Alkol sayımı için buzdolabını açtık. Yeterli gözükmedi. Kıyıya inip 1 şişe şarap ve bira takviyesi yaptık. Son gece için ayırdığımız güzel mi güzel artizanal sosisler, tortellini ve çeşitli peynirler mevcut. Kıyıdan 100 metre kadar açıkta alargadayız, Ipod’u müzik setine bağladık, sesini açtık.
‘Summer wine’ çalıyor...
Harika! Zaten sabahı düşünmek bile istemiyorum!
--------------------------------------------------
İyon Adaları
Bu yılın son uzun gezisini Yunanistan ile İtalya arasındaki İyon (Yanya) Denizi’nde yaptık. Bu gezi parkurunda temelde 6 ada var Korfu, Paksoi, Lefkas, İthaka, Kefalonya ve Zakhintos. Bir uçtan diğer uca 150 millik bir mesafeye yayılmış bu adalar grubunun yakınlarında bazısında yerleşim olan 9-10 da küçük ada bulunuyor. Bunlar arasında özellikle Anti-Paksoi ve Meganissi gibi çok ünlü ve önemli olanlar da var.
Biz uzun yollar yapmamak için İyon Adaları’nı ikiye böldük. Bu yıl Korfu ve Paksoi, gelecek yıl diğerleri. Başucu kitabımız Greek Water Pilot’ın yazarı Rod Heikell de özellikle dönüş yolunda çoğunlukla karayelden esen sert rüzgarda fazla dayak yememek için bu bölgeyi Kuzey ve Güney İyon Adaları şeklinde ikiye bölmeyi öneriyor. Bu bölgede kiralık tekneler de zaten çoğunlukla Korfu ve 60 mil kadar güneyindeki Lefkas’tan alınıyor.
Korfu’nun merkezi Kerkira’ya Atina aktarmalı uçak seferleri var. Lefkas’tan çıkarken de yine Atina aktarmasıyla Preveze’ye uçup 15 km. ötedeki marinaya geçebiliyorsunuz. Özellikle Avrupalı turistlere hizmet veren adaların tümünde lezzet, tarihi miras ve turkuaz-lacivert bir deniz keyfi; ayrıca meraklıları için hareketli bir gece hayatı mevcut.
Çam ormanları, zeytinlikler ve anıtsal servilerle kaplı adalarda yüksek dağlar, kayalıklar, deniz mağaraları, nefis kumsallar son derece sıradan. Deniz kenarında kayalıkların arasına Fransız Rivierası’nı aratmayacak görkemli villalar serpiştirilmiş durumda. Bu adalar, Yunan ve dünya jet-set’inin en çok tercih ettiği yazlık merkezlerden biri. Bir örnek olarak Onassis’in özel mülkü olan Skorpios Adası da İyon bölgesinde, Lefkas açıklarında.
Korfu’da omazsa olmazlar...
Tsipouradiko: Eski şehrin diplerinde, Musevi Mahallesi’nde bir eski usul taverna. Asıl ismi Taverna Pergola, ama tepesindeki kocaman “Tsipuradiko” yazısı (herhalde “çipura krallığı” gibi bir anlamı var)) daha çok görülüyor. Korfu’daki ikinci gecemizde önünden geçtik, bayıldık. İstanbul’a dönüş öncesi Korfu’da bir günümüz daha vardı. Daha çok yerli halkın geldiği bu kırık dökük tavernada 20.30 gibi yerimizi aldık. Bir yarım saat sonra müzik başladı, gece yarısına kadar masalar doldu doldu taştı. Yemekler ortalamanın bile altında, ama ambiyans süper ve süper.
Liston: Korfu’ya gelip de Liston’da bir akşamüstü drink’i almadan ya da bu bölgede içebileceğiniz en pahalı kahveyi tatmadan olmaz. Dor sütunlar üzerine inşa edilmiş bu galerinin altı barlar ve kafelerle dolu. Adada kısa süren Fransız egemenliği sırasında 1807’de Paris’teki Rue de Rivoli taklit edilerek inşa edilmiş. Liston adı, daha önceki yönetim olan Venediklilerin soylu ailelerin isimlerini Libro d’Oro’ya (altın kitap) kaydetme alışkanlıklarından geliyor. Eskiden bu binadaki kafelere sadece ismi bu listelerde bulunanlar girebilirmiş. Şimdilerde Liston’un kemerlerinin altındaki barlarda ve arka sokağında gece hayatı da hayli hareketli.
İngiliz mirası: Fransızlar’dan sonra adayı 50-60 yıl yöneten İngilizler’den de bol bol sömürge valisi heykelinin yanısıra geri kalan en önemli şey de Liston’un hemen önündeki Esplanade’daki kriket sahası. Tuhaf bir şekilde Korfulular hala bu alanı koruyor ve cehennemi yaz sıcaklarında kriket oynamaya devam ediyorlar. Anlamak mümkün değil!
Commentaires