top of page
  • aliboratav

Midilli’de keyif dolu 3 gün - 2010 Ekim

2010 yazından sonbaharına Midilli’de, yani Lesvos’da girdik. İnanılmaz fiyatlara, harikualde yemekler yedik. Taş mimarinin ve asırlık çınarların, zeytinlerin ve tilkilerin büyüsüne kapıldık. Gelecek yaz aylarını, sıcak havaları beklemeden Midilli’ye gidebilirsiniz. Denizden de karadan da gezebilirsiniz, ama mutlaka adanın kuzey ucunda konuşlanın. İster arkadaşlarınızla eğlenmek için, ister önemli bir yıl dönümünde ya da sadece doya doya yalnızlığınızı ve bir huzur yaşamak için…



 


Tam 30 yıllık bir hayal… Midilli ya da onların deyimiyle Lesvos Adası’na geçmek…

Cunda’ya ilk gittiğimde bugün Gönül Yolu olarak anılan dört şeritli asfalt geçit yoktu. Ada, sert poyrazda dalgaların arabanın eteklerine çarptığı daracık bir toprak yolla anakaraya bağlıydı. Ve o günden bu yana, her Cunda yolculuğumda Girit göçmenlerinin çocukları ya da torunlarıyla “Midilli’ye gitmek lazım” diye sohbetimiz mutlaka olurdu.

Bu yaz sonu gene bir Cunda’ya uğradık yaşayan en eski Girit mübadillerinden biri olan Ali Bey’in (Onay) torunu İsmet’i merkezdeki Uno Pizza’da güne hazırlanırken buldum. Merhabalaştıktan sonra kestirmeden müjdeyi verdim:

“İsmet bu sefer Cunda’da kalmıyoruz, bugün Midilli’ye geçiyoruz.”

“Ah ne güzel Ali’cim, mutlaka Molyvos’a git, lezzete ve rakamlara inanamayacaksın” dedi.

Gülümsedim. Arabamızı kiralamış, en güzel otelde rezervasyonumuzu yapmıştık. Zaten Molyvos’a gidiyorduk.

 

Jale III…

Jale Tur, Ayvalık ile Midilli arasındaki günlük minik feribotun sahibidir. Yıllardır Jale teknelerinin Cunda meyhanelerinin önünde düdük çalarak Ayvalık Boğazı’ndan her akşamüstü Midilli’ye gidişini ve her sabah pazara müşteri getirerek Ayvalık’a dönüşlerini kıskançlık içinde izlemişimdir.

İntikam soğuk yenen bir yemektir. Biz de bekledik ve 30 yıl seyrettikten sonra Ağustos’un son günlerinde Jale Tur’un yenilene yenilene 3’üncüsü inşa edilen teknesine binip Midilli’ye doğru yola çıktık.

Cunda önünde düdükler çalındı, kanaldan limana giren teknelerle selamlaşa selamlaşa açık denize, 15 millik Midilli yoluna çıkıldı.

Midilli aslında Cunda’ya 6 mil uzaklıkta dev bir Ege adası, ama giriş yapılan merkez, yani Mitilini adanın güney ucunda ve 18 mil, 1.5 saat yol var.

Sarımsaklı’ın kızıl kayalarının önünden gün batımını seyrederek geçtik. Mitilini Limanı’nın soğuk beton yığınına doğru yollandık.

Adalar her zaman denizden bakıldığında ‘boz ve çorak’ görünür. Midilli de öyleydi.

Sevimsiz…

 

Molyvos’a giriş…

Jale III’ten indik. Kısa bir pasaport polisi duraksamasından sonra hemen kendimizi limana ve kiralık oto acentamızın kapısına attık. Bir minik arabaya dört kişi atlayıp, önümüze çıkan ilk sokak büfesinin önünde İtalyan usulü kazık fren ile durup, dört şişe buz gibi Bacardi Breeze alıp, radyoda Haris Alexiou’nun şen sesli şarkılarını bulup, tatilimizin ilk ‘çınçın’ını yaptık.

Ve yola koyulduk.

Mitilini’den dışarı kırlara adım attığımız anda bozkır görüntüsü kendini uçsuz bucaksız zeytin ve çam ormanlarına bıraktı.

Kazın ayağı farklı. Ada denizden göründüğü gibi değil...

Midilli yemyeşil ve geçmişte ‘Osmanlı’nın tahıl ve zeytinyağı ambarı’ lakabını hak edecek kadar verimli bir ada.

Mitilini-Molyvos arasındaki 60 kilometrelik dönme dolabı andıran daracık yolu 1.5 saat gibi rekor bir seviyede kat ederken, yolda adanın alameti farikası tilkileri saya saya gittik. Arabanın ışığında kocaman kırmızı gözlü ve bir o kadar kocaman fırça kuyruklu tilkicikler yollarda zıp zıp dolaşıyor, bize ‘hoş geldiniz’ diyorlardı.

Bu güzel haleti ruhiye ile Molyvos’a girdik. Ve gerçekten şapkam uçtu.

Midilli, Avrupa açısından düşünürseniz Allah’ın unuttuğu bir ücra ada. Ve bu kadar güzel, iyi restore edilmiş bir taş mimari köyü ben Avrupa’nın göbeğindeki Akdeniz kıyılarında bile görmedim.

Mesela Korsika, Portofino, St. Tropez, Antibes ya da Perpignan diyeceksiniz…

Oralarda bile sağda solda arada beton çirkin bloklar, viraneler vardır.

Molyvos sanki bir film seti… Her taş, her tabela özenle yerleştirilmiş. Bir damda da güneş enerjisi seti ya da bir uydu anteni olur… Yok!

Taş evler, sarı ışıklar, yerde tek bir çöp yok ve mahşeri bir kalabalık.

Bizim ziyaretimiz sırasında 20’inci Ege Açık Deniz Yelken Yarışçıları da Molyvos’un küçük mendireğinde demirliydi. Kozmopolit ve elit bir nüfus sokakta dolanıyor. Tabii bu arada Lesvos’un meşhur lezbiyen nüfusu da elele gezintide…

Bambaşka bir dünya…

Ve bu dünyada insan suyun iki yakasının içiçeliğini çok çok iyi hissediyor.

Midilli için eski yazılarda ‘yaşlı doğunun kopan parmağı’ denirmiş...

Molyvos ise, mollalar köyü anlamına geliyor.

Bu yaz bir hayli Yunan adalarını dolaştık. Simi, Kos, Pserimos, Kalimnos, Leros…

Her yolculuk öncesi ve sonrasında 17’inci yüzyıl ortalarında Ege’de ticari faaliyetleri sırasında günlükler tutan İngiliz seyyah Bernard Randolph’un ‘Arşipelago’ isimli gezi kitabından gittiğimiz yerleri okuyorum. Midilli’yi anlatırken Mitilini’den kuzeye Molyvos, Erasau ve Sigri gibi köylere ‘medeni’ nüfusun ‘gidersin de dönebilir misin’ seviyesinde can korkusu ile çıkamadığını anlatıyor. Ve ekliyor, “Bu köylerde Türkler yaşar…”

“Vay be!” dedim kendi kendime, nihayet Türklerden kalmış şahane bir yer görebildim.

Ama lütfen fotoğraflara bakın; gerçekten bu köy şahane!

 

Molyvos’ta yaşamak…

Bu şirin köyde iki gün kaldık. Ne kadar yaşayabildik? Şüpheli…

Ama bu kadarı bile çok güzeldi. Hotel Molyvos isimli, köyün doğu sahilindeki en güzel otellerinden birinde kaldık. Yanında eski bir zeytinyağı fabrikasından otele çevrilmiş yeni bir yer vardı, o da çok güzel görünüyordu. Deniz cam gibiydi. Yüzerken levrek, kefal, karagöz ve tekirlerin kolunuza, bacağınıza sürtündüğü böyle güzel bir sahil çoktandır görmemiştim.

Kahvaltımızı yapıp, Molyvos’un sakin sularında çimlenirken muhteşem bir kıskançlık girdabına yakalandık. Mendirekten 60’a yakın, çeşitli sınıftan yelkenli önümüze serildi. Ana yelkenlerini açıp start öncesi hazırlıklara başladılar.

Biz de kös kös arabamıza bindik. Molyvos’un tepesindeki ortaçağ kalesine çıkıp Molyvos-Petra arasındaki liman yarışının başlangıcını bekledik.

Herkes o tepeye kaleyi ve tarihi görmek için çıkıyor. Biz bugüne daldık. Yelkenliler hareket ettikten sonra son sürat Petra Plajı’na gidip finiş hattını en iyi görebileceğimiz mevkide bir tavernaya çöreklendik.

Şans işte… Petra, Molyos’un üç kilometre doğusunda, küçük bir sahil köyü. Sahil boyunca onlarca cafe-bar var. Biz mavi-beyaz dekorasyonlu, en gerçek Grek tavernasına kurulmuşuz. Afiyetle sardalyaları, ahtapotları, kalamarları efsanevi Mythos biramız eşliğinde yedikten sonra sahibiyle de tanıştık.

“Çipuro’nuz var mı?” (Bir tür Yunan grappası)

“Siz Türk müsünüz?”

“Evet”

“Neredensiniz?”

“İstanbul’dan”

“İzmirli Salih Usta’yı tanır mısınız? Ben onunla üç yıl çalıştım.”

“... Tanımıyorum vallahi…”

“Olsun ben sizi sevdim. Çipuro satmıyoruz ama, ev yapımı mükemmel bir uzom var…”

30 Ağustos 2010 günü damacanadan bardaklara dökülen muhteşem bir ev yapımı uzo tattık. Sonra hesabı ödedik dört kişi 38 Euro gibi akıllara ziyan bir hesap...

Hava sıcaklığı 30 derecenin üzerinde…

Biralar, uzolar kanımıza karışmış...

Rüzgar da pek hafif.

Bir minik deniz banyosu yapıp, sallana sallana tavernanın önündeki şemsiye ve şezlonglara yerleştik.

Üçgen liman yarışındaki yelkenliler Petra sahillerine ulaşana kadar iki saat nefis bir siesta yaptık.

Hafif rüzgarda ‘code 0’ yelken basmış tekneler ufak ufak finişe yanaşırken bir daha denize girip, Molyvos’a otele döndük.

Hatta dönmeden önce bir de Petra’nın pazar yerine girip, sokağın ortasındaki ouzeria’larda (bizim tek tekçi meyhanesi benzeri yerler) demlenen yerlilerin arasına karıştık. Öğlen saatlerinde oturdukları iskemlelerden akşamüstü 17.00’de hala kıpırdamamış, uzo şişelerini hazmediyorlardı.

Akşamüstü de Moyvos’da Ege rallisine katılan yelkencilerin otelimizin hemen yanındaki bir barda verdikleri partiye sızdık. O coşkulu denizcilerin heyecan ve neşesini kokladıktan sonra 15 kilometre uzaklıktaki Skala Skamnias Köyü’ne yemeğe gittik.

 


Skanmnias’nın ıssızlığı…

Skamnias, Assos-Edremit-Midilli üçgeninin suyun ucundaki noktası. 50 haneli minicik ve ıssız, hüzünlü ve keyifli bir köy. 4-5 olağanüstü güzel restoran var, 2-3 güzel seramik çanak çömlek satan dükkan… Hepsi ucunda küçük bir ayazma olan minik bir mendireğin kıyısında sıralanmış.

İnanılmaz güzel bir gün batımı ve dolunay izlediğimiz o limanda, rastgele seçtiğimiz bir restoranda mükemmel bir akşam yemeği yedik. Tamam kabul Midilli’deki en yüksek hesabı ödedik, dört kişi tam 110 Euro! Ama değdi. Özellikle kendi yediğim jumbo karidesli spagettinin mükemmel olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca içtiğimiz dört şişe Plomari Ouzo da mükemmeldi… (Midilli’nin Yunanistan’ın en iyi uzoları olan Plomari, Barbayanni gibi markaların ev sahibi olduğunu söylememiştim değil mi?)

Neyse… Yani…

Yani Midilli’de fiyatlar sahiden inanılmaz…

Skamnias’dan bu duygularla ayrılıp Molyvos’a döndük. Otele dönmeden önce kalenin hemen altındaki eski çarşıda, kayalıkların üstüne kurlumuş cafe-barlardan birine tırmandık. 100 metre yukarıdaki kayalıklara çapraz ahşap payandalarla kurulmuş teraslardan birinden kuşbakışı limanı ve sahilleri seyrederek son içkilerimizi ve badem yağlı baklavadislerimizi aldık.

Molyvos’un güneş ve deniz yorgunu nüfusu hızla yataklarına çekiliyordu. Biz kendi sınırlarımızı zorlayıp gece yarısını da terasta geçirdik ve evimize döndük.

(Korkarım Hotel Molyvos hızla bizim evimiz gibi olmuştu… Bu kadar hızlı adaptasyon az yaşanır!)

 

Son gün 1/3…

Sabah vakit kaybetmeden kalktık. Uyduruk kahvaltımızı ettik…

(Midilli’de otellerle restoranlar arasında bir gizli anlaşma var sanıyorum. Turistler öğlen yemeği yesinler diye otellerde verilen kahvaltlılar pek fakir oluyor.)

Hotel Molyvos’la vedalaşıp yola koyulduk. Son gün pek yoğun bir programımız var…

Son gün programını yaparken yazı-tura attık. Adanın batı kıyısında görülmesi gereken iki yer var. Birincisi volkanik kalıntıları ve taşlaşmış ağaçlarıyla gerçek bir görsel mucize olan Sigri köyü, ikincisi Lesvos’un lezbiyen merkezi, antik Yunan şairi Sappho’nun köyü Skala Eresou…

Bizim yazı turadan Eresou plajı çıktı.Yola koyulduk.

Ama yol ortasında iki dağ köyümüz var. Birincisi Vatousa, ki çok hoş bir köy kahvesine takılmakla birlikte hızlı geçtik.

İkincisi ise, Antissa…

İşte bu Antissa’da biraz durmak gerekiyor. Yüzyıllık muazzam çınarların altında bir köy meydanı. Meydandaki tüm evlerin alt katı, küçük köy cafe-bar’ı. Ağaçlar insanı Gülliver minikler diyarında gibi hissettiriyor, kafeler inanılmaz sempatik ve şık. Meydan sizi içine çekiyor ve bırakmıyor.

Muhteşem…

Hava sıcak, uzo-çipura olayına girmedik, hafif alkollü Bacardi Breeze ile Antissa Meydanı’nda zaman geçirdik…

 

Son gün 2/3…

Antissa’da öğle sıcağında aldığımız yüzde 4’lük alkol ve dev çınarların gölgesi, korkarım ki bizi sarhoş etmeye yetti.

Yuvarlana yuvarlana adanın doğu ucundaki Eresou plajına yollandık.

Burası güya tüm dünyada lezbiyenlerin mabedi ve merkezi… Oysa ki ortalık bizim gibi normal turist kaynamakta… Sahile sıra sıra dizilmiş tavernaların sonuncusunu gözümüze kestirdik. En iyi balık ve sebze orada gibi görünüyordu. Sonra zaten şemsiye ve şezlonglu 2-3 kilometrelik kumsal başlıyordu, onun 1-2 kilometre ötesinde de çıplaklar plajı…

Öğle sıcağının da verdiği katkıyla Mythosları ve uzoları götürdükten sonra çıplaklar ve hippiler plajının sonuna kadar Eresou sahilinin tümünü keşfettik. Ama son noktalarda “Biz buraya uygun değiliz galiba” hissiyle arabamıza dönüp en uzun günümüzü tamamlamak ve ertesi sabahki Jale III feribotu randevumuza yetişmek üzere Mitilini’ye doğru yola çıktık.

Dönüş hep hüzünlüdür.

Arabada, Eresou-Mitilini arasındaki 3 saatlik yolda, sanırım hiç konuşmadık…

 

Son gün 3/3…

Molyvos, Petra, Skamnias, Antissa ve Eresou’dan sonra Mitilini bize biraz sıradan bir Ege kasabası gibi geldi.

Limanı kuşbakışı gören otelimize rağmen…

Ayvalık’ın belediye rıhtımına benzer tavernalar rıhtımının en güzel lokantasında yediğimiz yemeğe rağmen…

Otelimizin hemen yanındaki muhteşem localı art-deco cafe-bar’a rağmen…

Şahane Batı-Trakya karyokası benzeri tatlılar bulunan pasthanelerine ve envai çeşit Midilli uzo ve zeytinyağı bulunan alışveriş imkanlarına rağmen…

Sanırım, Mitilini’yi memlekete dönüşte mecburi durak olarak algıladık.

Fazla sevemedik.

Ama Midilli’nin kuzeydoğu ve kuzeybatı kıyılarına bayıldık.

Hem de fena bayıldık.


/////////////////////////////


 

Uzo’nun ve damak tadının başkenti...

 

Uzo mabedi

Söylenti o ki, uzo ilk kez Midilli’de 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru (1860) üretilmiş. Ev votkası yapımında usta bir Ukranya göçmeni İstanbul'dan bakır imbikler getirmiş ve Midilli’nin anasonunu, sakızını, 5-6 değişik otun aromasını, üzümün suyuna ekleyip uzoyu üretmiş. İsmi Barbayanni (Türkçesi de babacım). Mekan, Midilli’nin güneybatısındaki Plomari isminde küçük bir köy.

Plomari, efsaneye göre Barbaros Hayrettin’in doğduğu yer. O günden bu yana Midilli’den sayısız ünlü uzo markası çıkmış. Benim favorim, köyün de adını taşıyan 1894 doğumlu Plomari. Tıpkı malt viskide olduğu gibi Plomari uzosunda da ayırt edici faktör kullanılan kaynak suları. Plomari uzosunun suyu da köyün tepesindeki çam ormanlarıyla kaplı dağlardan gelen kaynaklar.

 

Yerli sebze...

Midilli’ye ‘Osmanlı’nın, hatta sarayın bahçesi, tahıl ambarı’ gibi isimler verilmiş geçmiş zamanlarda.  Bugün tarım o kadar güçlü değil. Ama yine de diğer adalardan tamamen farklı olarak köylerin arasında, evlerin arkasındaki küçük bostanlarda üretilen yerli sebze ve salatalar kullanılıyor. Tabii bunlar da çok farklı bir lezzet katıyor sofralara.

 

Halis zeytinyağı...

Ayrıca Midilli hala muazzam bir zeytinyağı üreticisi. Zeytin ağaçları nefesini tıpkı Edremit, Ören, Gömeç, Ayvalık, Cunda gibi Kaz Dağları’ndan alıyor. Aynı toprak, aynı hava... Yunanistan’ın ödül alan zeytinyağlarının önemli bir bölümü hala Midilli’den geliyor.

 

Peynir krallığı...

Feta, taze sert beyaz peynir... Yunanistan’ın hangi bölgesine giderseniz gidin bir restoranda Grek Salad denen yöresel yeşillikler, zeytin ve peynirden müteşekkil bir salata yersiniz. Bu salatada kullanılan peynir Feta’dır. Ama Midilli’nin Feta’sı öylesine aromatik ve dengelidir ki, ana yemek olarak da tüketilebilir, ızgarası ve tavası yapılır. Midilli’nin diğer Yunan adalarında ve ana karasında kolay bulamayacağınız asıl önemli peyniri ise Ladotiri’dir. Yüzde 50 keçi, yüzde 50 koyun sütü ile yapılır. Bizim Ezine sepet peynirine benzer. Zeytinyağı içinde yaşlandırılmıştır. Tavernalarda una bulayıp kızartmasını yaparlar, ki enfestir.

 

Deniz ürünleri...

Adanın doğusundaki Kalloni Körfezi’nin sardalyesi çok meşhur. Tıpkı bizim Saroz Körfezi sardalyesi gibi. Tuzlamasını, çirozunu, marinesini yapıyorlar. Palamut lakerda bizimkinin aynısının tıpkısı. Yalnız ahtapotu diğer güney adalarındaki gibi güneşte kurutarak yaptıkları için biraz sert oluyor. Midilli’de yerli böcek, ıstakoz da hala bol çıkıyor. Balıkçılık hala var. Taze yerli balık bulunabiliyor. Deniz ürünlerinin, hele ki kaliteli olanlarının fiyatları ise bizdekilere yakın. Ne de olsa, bu işin uluslararası bir borsası var.

 

Kültürel yakınlaşma...

Midilli, şaka maka 1912’ye kadar Türklerin yönettiği bir ada. Tarih boyunca Türkiye ile müthiş bir kültür alışverişi olmuş. Sonuç... Turistler çekilip de ada halkı başbaşa kaldığında, bir de bakıyorsunuz, düğünlerde ana yemek keşkek pilavı, ana tatlı baklava... Akdenizin her yerinde balık çorbası vardır. Midilli’nin balık çorbası tarhana suyunda...  Özel bir misafirleri olduğunda birinci yemek seçeneği nohutlu kaburga kebabı ve envai çeşit köfte...

bottom of page