Halki zamanın durduğu harika bir Ege adası. Sanki ‘Citta-Slow’ kavramı bu limanda doğmuş gibi. Araba-scooter, karbonmonoksit yok. Her yere yürümek zorundasınız. Ama yürüyerek gideceğiniz yerler de zaten 15 dakika mesafede. Lüks, marka, şatafat yok. İtalyan pizzacısı-Fransız bistrosu yok. Duty-free yok. Dev motoryatların bağlanıp jeneratörlerini çalıştırabileceği dev iskeleler, rıhtımlar yok… Harika… Tam her şeyi unutup dinlenmelik bir ada!
Bir arkadaşımız davet etti. Ramazan Bayramı izdihamı başlamadan bir Hisarönü-12 Adalar gezisi yapalım, dedik. İki alternatif rotamız var: Rüzgara göre ya Bozburun’dan çıkıp batıya korsanların adası Astifalya’ya ya da güneye zamanın durduğu ada Halki’ye kadar gideceğiz. Ya da ikisine birden…
16 Haziran sabahı hava tahminlerine baktık. Ertesi akşam Gündönümü Fırtınası başlıyor ve rüzgar 2.5 gün boyunca esiyor ve durmaksızın esiyor. Kos-Astifalya arasındaki koridor kıpkırmızı… Neden kendimizi zora sokalım?
Simi’den giriş yapıp ertesi gün hemen Halki’nin yolunu tuttuk.
Ertesi gün sert rüzgar bizimle birlikte Halki’ye kadar ulaştı. Ve 3 gün boyunca esti durdu. Biz de 3 gün boyunca tembellik yapıp Halki’de kaldık. İyi de oldu. Zaten minicik ada, her köşesini gezdik.
Halki-Khalki-Chalki ve Herke-Harke Adası…
Kayıtlarda bu isimlerin tümünü görebilirsiniz. İlk üçü Yunanca isimleri. Farklı teorilere göre kelime kökeni bakır, deniz tarağı ya da mor renginden geliyor. Genel kabul, bakır sözcüğü (Halkos), ama adada bir madencilik faaliyetine ilişkin kayıt yok.
500 yıl adaya hükmetmiş Osmanlı ise, Herke Ada demiş geçmiş. Ben bir anlamını bulamadım.
Piri Reis Kitab-ı Bahriye’de adayı anlatırken şöyle diyor: “Bu ada bir dağdır. Şu sebepten Harke Adası denmiştir: Eskiden bu adada demirciler varmış. Bu demirciler kızlarını evlendirdikleri zaman çeyiz olarak elbise yerine demir kürek, çapa verirler, siz de gidin işinizle meşgul olun, derlermiş. Çünkü ada çok taşlık bir yerdir.” (Hark, Osmanlıca fiil olarak ‘yarmak-yırtmak’ anlamına geliyor. Kelime olarak da ‘su akacak yarık, ark’ demek.)
Oysa tarihçilere göre, bir zamanlar bu ada yemyeşil imiş. Sonra bir gün yer altı sularına deniz suyu karışmış. Tuzlu su tüm bitkileri yok etmiş. Bugün ise, Piri Reis’in bahsettiği taşlık görüntü tamamen hakim.
Bu genel görüntü bir yana, Halki’ye yaklaşırken gözlerinizi çorak dağlardan yerleşim merkezine çevirdiğiniz anda, ada hemen sizi kendine çekiyor.
Kıyılarda gelişigüzel serpilmiş çam öbekleri, zeytinlikler var. Adanın limanı Nimporio’da neo klasik mimariye sahip evler tıpkı Simi gibi kat kat yamaçlara sıralanmış ve rengarenk… Hem de çok daha canlı renklere boyanmış. Evlerin arasında mis kokulu arsız incir ağaçları, kırmızı-beyaz zakkumlar, dev begonviller… Hele kıyı şeridinde, eski medeniyetlerden kalmış ulu ılgın ağaçları tam anlamıyla büyüleyici.
Halki Kapısı
Geçmiş yüzyıllarda Halki muhtemelen böyle albenili değildi. Zaten insanların çoğu şu anda tamamen metruk olan Choria bölgesinde, yani dağda yaşıyorlardı. Buna karşılık adanın çok büyük bir önemi vardı. Nedeni de, asıl değerli ada olan Rodos’un hemen yanı başında gerçek bir baş ağrısı konumuna sahip olmasıydı.
Zaten herhalde o nedenle Atina Birliği üyesi olarak yüzyıllarca bağımsızlığını koruyan adayı önce Araplar, ardından Venedik ve Ceneviz, sonra Osmanlı, en sonunda da İtalyanlar işgal ediyor. (Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın 1523’de Rodos’u fethi öncesinde, Kara Mahmud Reis ilk olarak Halki’yi sonra Tilos’u zapt etmekle görevlendiriyor.)
‘Halki’nin bir anlamı da Bizans döneminde Konstantinopolis’teki Büyük Saray’ın tören kapısına verilen isim (Chalki Gate). Yani belki de, bu küçük adaya ‘saraya (yani Rodos’a) açılan kapı’ anlamında Halki denmiş olabilir.
Bugün…
Halki’nin Ege ticaret yolundaki değerli rolü Osmanlı’nın gücünün erimesiyle sona eriyor.
1900’lere gelirken tek geçim kaynağı süngercilik. Fakat o yıllarda 5-6 bin kişilik nüfus adanın çevresindeki süngerleri hızla tüketiyor ve büyük bir sefalet başlıyor. Bunun üzerine Halki halkı kafa kafaya veriyor, tüm dünyayı araştırıyor ve Florida’daki Tarpon Springs kentinin ‘dünyanın sünger merkezi’ olduğunu öğreniyor. Amerika’ya göç ediyorlar. (Halki’nin köyün ortasından Chorio’ya giden ve araba işleyen tek bir caddesi var. Onun adı da Tarpon Springs Bulvarı.)
Bu göç sonrası Halki’nin nüfusu birkaç yüz kişiye kadar düşüyor. Ta ki, 1980’de Yunan hükümeti Halki’yi ‘Barış ve Kardeşlik Adası’ olarak ilan edip, AB fonlarıyla metruk evleri restore etmeye başlayana kadar…
Bugün de, geri gelenlerle birlikte kayıtlı hane sayısı 300’e ancak ulaşmış durumda. Ama ciddi bir turizm hareketliliği var. Restore edilen evlerin çoğunluğu Nissia Holidays gibi merkezi apart otel şirketleri tarafından işletiliyor.
Rengarenk evler de bir başka alem…
Terasından merdivenle denize girilebilen kıyıya sıfır evler bir güzel, yamaçtaki liman manzaralı evler bir başka güzel. Bu evler arasındaki daracık taş sokaklarda gezinmek bile insana büyük keyif veriyor.
Liman…
Adanın tek yerleşim merkezi güney doğusundaki Nimporio Limanı. At nalı biçiminde bir koy. Tam karşısında Nisaki isimli bir küçük ada var. İki tarafından da limana girebilirsiniz. Limanın batısında gemiler ve tarifeli Rodos motorları için yapılmış bir rıhtım var. Doğu tarafında da 10-12 teknenin bağlanabileceği küçük ve güzel bir T iskele. 10-12 metrelerde demir atıp iskeleye yanaşabiliyorsunuz.
Rüzgarın kuvvetli olduğu günlerde limanın ardındaki tepelerden iskeleye bir batıdan bir doğudan sağnak bindiriyor. O nedenle havaya tam olarak güvenmiyorsanız, 40 metre üstünde zemine zincir döşemekte ve bir bosa tutmakta fayda var.
Bizim Halki’ye gittiğimiz gün, tesadüf bu ya, kuzeyden akın akın yarış tekneleri limana giriyordu. Meğer Rodos Kanal Kupası yarışlarının Halki ayağına denk gelmişiz. Biz aceleyle yarışçıların arasına girip iskeleye yerleştikten kısa bir süre sonra yer kalmadı. Limancı, geri kalan tekneleri feribot iskelesine aborda bağladı.
15 Temmuz-15 Eylül tarihleri Halki’nin kalabalık zamanı, T iskelede yer kalmayınca feribot rıhtımı da kullanılabiliyormuş. Ama gece yarısı ya da sabah erken saatte yanaşacak gemiler nedeniyle rıhtımdan ayrılıp yeniden bağlanmak ile uğraşmak yerine limanın iki ucunda kıyıdaki kayalara koltuk halatı ile bağlanmak da tercih edilebilir.
Halki’de liman dışında tekneler için güvenle kalınabilecek tek yer 1.5 mil batıda yer alan Pondemos Koyu. Kuzey yönünde 700 metre karanın içine giren iç deniz gibi bir koy. Rodos Boğazı’nın en sert havalarına bile korunaklı bir koy. Camgöbeği rengindeki suların dibi tamamen kum. Çapa mıh gibi saplanıyor. Çok rahatlıkla alargada kalınabilir. 5 metre derinliğe 25 metre zincir döşeseniz, rüzgar terse de dönse tekne en fazla 3 metre derinliğe düşebiliyor. Sadece koyun batı yakasındaki yüksek kayalara dikkat ederek demir atmak gerekiyor.
Ama ‘bu ıssız ada bile bana kalabalık geldi, biraz başımı dinlemek istiyorum’ derseniz…
Halki’nin 4 mil doğusundaki Alimia (Alimnia) Adası’nın batı koyuna girebilirsiniz. Bu koyun doğu ve güneyinde her havada barınılabilecek iki derin girinti bulunuyor.
Koyun güney girintisi 2’inci Dünya Savaşı’nda Alman denizaltıların sığınağı olarak kullanılmış. O zamanlara kadar Alimia’da yaşayan az sayıda insan varmış. Yakın zamanda tamamen terk edilmiş. Kıyıda birkaç harap bina hala duruyor. Tepesinde Rodos Şövalyeleri döneminden kalma bir kale ve sahilde birkaç küçük şapel bulunuyor.
Yeme-içme seçenekleri..
Halki’nin rıhtımında 10-12 kadar taverna ve kafeterya var. Hepsi çok sempatik. Bizim tercih ettiklerimiz tam merkezde yan yana yer alan Maria’nın Tavernası ve Valantis’in Restoranı oldu. Menüsünde hergün farklı ev yemekleri de bulunduran Maria komşu ada Alimia’da doğmuş. Babası Alimia Adası’nı terk eden son kişiymiş. Onlar ayrıldığından bu yana Alimia tamamen metruk bir ada.
Halki’de tavernalar dışında Blue Marine isimli bir dondurmacı var, gayet güzel. Dimitri’nin fırını ise, güzel ya da değil diye tartışılamaz. Çünkü adadaki tek fırın. (Fakat pastane ürünlerinin pek parlak olmadığını itiraf etmeliyim.)
Rıhtımda temel ihtiyaç maddelerinin bulunduğu iki bakkal-market, bir de yerel ürünlerin (kekik, bal, sünger vb) satıldığı Jio Herbs isimli bir dükkanımız bulunuyor. Hepsi budur.
Ve harika bir deniz…
Halki’de deniz harika. Girmek için çok uğraşmanız da gerekmiyor. Herhangi bir anda kıyıdan denize doğru yürüyün, kayalıklardan, çakıllı bir kumsaldan, teknelerin bağlandığı T iskeleden ya da rıhtımdan denize atlayıverin. Her noktada deniz tertemiz ve farklı bir güzellikte.
Ama iki adet güzel-yakın plaj var ve bunlara tekneyle de gidilebilir.
Evler arasındaki patikalardan batıya doğru yürüyüp 10 dakikada liman fenerinin ardındaki Ftaenagia Koyu’na ulaşabilirsiniz. Burada çok güzel bir taverna ve pırıl pırıl turkuaz bir deniz var. Tekne ile gelirseniz demirlerken dikkat etmek gerekir, çünkü dibi çoğunlukla kayalık. Zaten denizin olağanüstü güzel renginin nedeni de bu kayalıklar. Koy doğu ve güney rüzgarlarına açık. Sakin bir havada kuzey köşesine yakın demirlemek uygun.
Ya da Tarpon Springs Bulvarı’ndan yürüyerek 15 dakikada Pondamos Koyu’nun plaj bölgesine ulaşabilirsiniz. Pondamos’da da güzel bir taverna var. Plajında da mavi-beyaz şemsiyeler ve şezlonglar.
Gezip görmek için…
Yapacak çok şey yok. Ama ‘sokaklar dar geliyor ben her adayı uçtan uca gezerim’ diyorsanız, ilk hedef Chorio.
Pondamos’dan tepelere doğru 2 saat yürüyerek varılıyor. 400-500 metre yüksekliğinde bir tepenin yamaçlarında Chorio’nun metruk evleri ile 1980’lerde restore edilen Panagia ve Stavros kiliseleri bulunuyor. Biraz daha tırmanınca Rodos’ta ikamet eden Hospitalier Şövalyeleri’nden kalma görkemli Haçlı Kalesi’ne ulaşılıyor. Bu kaleden Rodos ve Karpathos’u izlemek mümkün. Panagia Kilisesi, 15 Ağustos’taki ada festivalinin merkezi.
(Zaten 15 Ağustos’tan itibaren ada nüfusu artış gösteriyor. Önce bu kutlamalar, sonra Vaftizci Yahya anma günleri ve nihayet eylül başında da adadan göç edenlerin gençleri aile buluşması için dünyanın dört bir köşesinden, çoğunluk Florida’dan adaya geliyor.)
Bir de daha uzak bir yürüyüş için adanın batı tarafındaki dağlarda ziyaret edilebilecek Agios Ioannis Alargas Manastırı var. Bu ismin ne anlama geldiğini sorunca bizim dilimizden düşürmediğimiz ‘alarga’ sözcüğünün Yunanca manasının ‘uzak’ olduğunu öğrendim.
Yani Stafia tepesindeki bu manastırın adı da Uzak Aziz Yohanna (Vaftizci Yahya). Merkeze 3 saat yürüme mesafesindeki bu manastırda, Vaftizci Yahya’nın idam edildiği 29 Ağustos’ta hacılar toplanırmış. Avludaki ulu servi ağacının altında sabaha kadar yemek, şarkı ve ‘sousta’ dansı (bir tür halay) varmış. Ayrıca, kayalık yamaçlardaki bu çileli yoldan manastıra yürürken bol bol incir ve dikenli armut (kaktüs meyvesi) toplanabilirmiş.
Keşif ve yürüyüş meraklılarına duyururum.
Yürüyüş diyorum. Çünkü Halki’de sahiden araba yok. Eskiden bir taksi varmış. Telefon ile çağırıp ‘beni şuraya götür, şu saatte al’ filan denirmiş. Ama taksici 2015’te kendini emekli etmiş. Biz gittiğimizde bir adet çok seyrek işleyen minibüs olduğunu işittik, bir kez de gördük. Şoförüne rica ederseniz, taksi gibi Chorio’nun yamaç evlerine kadar hizmet verdiği söyleniyor. Ama bu bir efsane midir, gerçek mi bilemiyorum.
Kısaca son söz:
Halki zamanın durduğu harika bir Ege adası.
Rengarenk yamaç evleri, limanın batı tepelerinde 3 rüzgar değirmeni, iskelede bağlı yelkenlilerin sallanan direkleri dışında ‘0’ hareket…
Öte yandan. Araba yok. Lüks, marka, şatafat yok. İtalyan pizzacısı-Fransız bistrosu yok. Duty-free yok. Dev motoryatların bağlanıp jeneratörlerini çalıştırabileceği dev iskeleler, rıhtımlar yok…
Tam her şeyi unutup, dinlenmelik bir ada!
-----------------------------------------------------------
İlk izlenimler…
Halki’de limana yaklaşıp kente baktığınızda ilk dikkatinizi çeken şeyler:
Bir: Görünürde araba yok. 12 adaların patırtılı motosikletleri yok. Birkaç kişiye sordum kiralık araç var mı? Cevap hayır, hayır! Bu tür adalarda motorlu taşıt yoksa da bol miktarda eşek olur. Burada eşek de yok. Çünkü pek tarım da yapılmıyor. Yani Halki, acayip sessiz ve havası temiz bir ada.
İki: Limana yaklaştığınızda 40-50 tane balıkçı sandalı görüyorsunuz. Ada sakinlerinin sayısının 300 civarında olduğunu düşünürseniz, bu korkunç iştah açıcı bir durum. Aşağı yukarı adadaki her hanenin bir balıkçı kayığı var. Dolayısıyla taze deniz balığı bulunabiliyor. (Bu arada, Halki’de birkaç gün kalıp herkesle dost olduktan sonra limandaki balıkçılardan sabah denizden çıkan balıklardan satın alıp tavernalarda akşam pişirttirmek de hala mümkün.)
Üç: Halki evlerinin çoğu gerçek bir yalı. Balkonu, terası denizin üstünde. Balkondan bir taş merdivenle denize giriyorlar. Yamaçtaki evlerin de deniz kıyısına ulaşan daracık taş patikaları var. Bu patikaların sonunda da ya bir taş merdiven, ya bir küçük iskele ya da demir krom bir merdiven rıhtımdan aşağı sarkıyor. İnsanlar limanın ortasında bile hala bu merdivenlerden tertemiz bir denize giriyor, yüzüyorlar. İnanılmaz temiz bir deniz.
Dört: Yine ilk kez limana baktığınızda evlerin arasından yükselen iki kule görüyorsunuz. Birincisi, avlusu çok hoş Khoklaika taş mozaikleri ile kaplı Agios Nikolaos Kilisesi’nin 6 katlı kulesi. Bu kule 12 Adalardaki en yüksek çan kulesi imiş. (Bu arada Nikolaos da denizcilerin koruyucu azizidir.) İkinci kule de Ege Adaları’nın klasik aksesuarlarından biri olan Saat Kulesi. İtalyan yapımı postane binasının yanında yükselen bu saat kulesi günde iki kez doğru saati gösteriyor. Sabaha karşı 04.20’de ve öğleden sonra 16.20’de.
Bu saat çalıştığı zamanlarda her 15 dakikada bir ‘ding dong’ diye hafif bir ses çıkarırmış. Bu ses de gece ve öğleden sonra uykusuna pek düşkün adalıları biraz rahatsız etmekteymiş. Bir gün hepsi toplanmışlar ve saati durdurmaya karar vermişler. O gün bugündür Halki’de kimse bir diğerine saat kaç, diye sormuyormuş. Zaten kimsenin kolunda da saat yok. Zaman, tarifeli vapur saatlerine göre ayarlanıyor. Bir de karnınızın acıkıp acıkmamasına göre.
-----------------------------------------
Uzak yolcuların mola noktası…
Halki, tarihi boyunca Rodos yolunda bir durak noktası olmuş. Bugün de öyle. Uzak deniz gezginlerinin de 12 Adalar’daki favori mekanlarından biri. Biz 3 gün Halki’de kaldık. Gelgeç tekneler bir yana, iskelede Fransız bir çift, Akdeniz’i turlayan İsveçli bir büyük aile ve fırtınanın ortasında tüm gece yolculuk yapıp Halki’ye sığınan İsviçreli yalnız gezgin ile birlikteydik. Ayrıca 2 İtalyan, 2 Yunan, 1 Rus mürettebatlı tekne de 2 gün konakladılar. Bizim döndüğümüz gün nihayet bir Türk daha geldi. İskeleyi ona emanet edip ayrıldık.
Yani, iskelemiz o 3 günde bir uluslararası denizci kampına döndü. Ama en çok 70 yaşlarındaki İsviçreli Dick ile ahbaplık etme fırsatımız oldu. 50 yıldır dünya denizlerini dolaşıyormuş. Bir sabah bize teknesindeki fırında pişirdiği harika bir börek ikram etti. Hemen sohbete koyulduk. “Bunca yıldır tüm dünyayı gezerim. Şu küçücük teknemde her yemeği büyük bir zevkle yaparım. Bugüne kadar iki muhteşem mutfak tanıdım. Biri Çin diğeri Türk mutfağı. Bu börek Osmanlı saray tarifine göre” dedi.
Bizim teknede böyle artizanal üretim yok. Ama harika Karacasöğüt domatesi, kalın kabuklu Gökova limonu ve Orhaniye kaysısı vardı. “Bizde adettir boş tabak verilmez” diye kendisine otantik hammaddelerimizden sunduk. Çok hislendi.
Ertesi gün keraat vakti yine elinde bir tabakla yanımıza yanaştı;
“Bakınız Türk mutfağında en sevdiğim mezelerden biri lakerdadır. Bilirsiniz, Yunanlılar yapamaz. Ben bu lakerdayı, geçen yıl Martinik Adaları’nda yakaladığım bir Sarı Yüzgeçli Ton balığından sadece deniz suyu kullanarak kendim yaptım. Son iki takoz kalmıştı, bunu sizinle paylaşmaktan onur duyarım. Belki yanınızda yoktur, diye kırmızı soğan ile sunuyorum. Düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim” dedi.
Biraz zeytinyağı ve limon ekledik. Lakerda şahaneydi.
Dick yine anlatmaya başladı. “Türkiye kıyılarına ilk 1968 yılında gittim. Göcek’e… O zamanlar saçlarım böyle beyaz değil bayağı kızıl renkteydi. Kıyıya yanaşırken köylüler beni gördüklerinde taş atmaya başladılar. Meğer şeytan sanmışlar…”
Bu tür gözden ırak iskelelerde dünya gezginleriyle karşılaşmanın keyfi de bir başka oluyor…
Halki’ye giderken…
Simi çıkışlı Halki rotalarında adanın batısından giderseniz 33 mil, doğusundan giderseniz 38 mil yol var. Bu rotalarda iki önemli nokta var.
Bir: Yaz mevsim normallerinde saat 14.00 itibariyle rüzgar batıdan 13-18 knots kesintisiz esmeye başlar. Bu demektir ki, eğer Nisiros-Tilos aşağı doğru inmiyorsanız; Simi’den direk Halki’ye geçecekseniz, dar apaz bir açı tutturmak için Simi kuzey kanalından çıkıp bu adanın batısından aşağı inmek iyi bir seçenektir.
Fırtına günlerinde rüzgar karayele döner. Rodos Boğazı ise genellikle hep batıdan eser. Dolayısıyla…
İki: Fırtına günlerinde 5-6 mil Simi Adası’nın gölgesinde kalma çabası sonraki 32 milde sizi çok dar bir apaza ya da orsaya mahkum eder. Bu nedenle Halki’ye Simi’nin batısından inmek her zaman daha keyiflidir.
Üç: Rod Heikell “Alimia-Halki arasında kayalıklar var, aman dikkat” der. O kayalıkların tümü gün ışığında görünür, çok endişe etmeyin.
Halki’den dönüş… Karayel esiyorsa, hiç düşünmeyin Simi’nin altına, güney ucuna rota tutun. Rüzgar batılı ise yolu kısaltmak için Simi kuzey kanal girişi tercih edilebilir.
Comments