Geçen sezonun son yolculuklarından birinde, 4 gece 5 günlük bir Kalimnos-Leros-Lipsi-Arkhi-Marathi-Patmos turu yaptık. Bu kadar kısa sürede 6 ada gezmek zor ama mümkün...Ama daha da zoru, bu beş günde bir karayel, bir lodos, bir de poyraz fırtınası yaşadık. Eylülün son günlerine denk gelen Kestane Fırtınası, geceler boyunca etrafımızda fır döndü. Neyse ki, adaların ve denizin güzelliği çektiğimiz tüm zorluklara değdi!
Lipsi açıklarında Aspro Adaları... Böyle bir mavi yakın denizlerde yok....
Türkiye’den, daha doğrusu Bodrum, Marmaris ve Fethiye Limanları’ndan hareket eden gezginlerin Ege Adaları Dodakanes’te en çok tercih ettiği üç bölge var: Birincisi Rodos-Simi, ikincisi Kos-Nisiros-Tilos, üçüncüsü de Kos-Kalimnos-Leros.
Didim ve Bodrum’dan hareket edecekler için farkı sükunet ve sadelik olan bir diğer rota ise, Arki-Marathi-Lipsi olabilir. Geçen yıl son gezilerimizden birinde bu 3 küçük ve huzurlu adayı gezmeye ağırlık verdik.
Bodrum’dan çıkıp rotayı kuzeye çevirdik. Kalimnos’tan Yunan sularına girip, 5 günde 4 farklı iklimde hızlı bir tur yaptık.
Bodrum’dan hızlı bir çıkış...
Sayımız fiber bir yelkenliye sığamayacak kadar fazla. Sekiz kişi. Bu tür kalabalık gezilerde büyük bir keyifle konuk olduğumuz 23 metrelik ahşap yelkenli Akın A. ile yola çıkmaya karar verdik. Cumartesi öğlen saatlerinde Bodrum Marina’ya vardık. Ben bu kolay yolculuklarda birkaç gün önce Akın A.’nın sahibi Arya Turizm’e gün gün rota ve menü listesi yapıyorum. Yolcu listesini veriyorum, onlar da sayı ve menüye göre alışveriş işini hallediyorlar, market telaşına girmeden hızla limandan ayrılabiliyoruz.
Yine öyle yaptık. Zaten bu kez Yunanistan tarafına geçeceğimiz için akşam yemeği sorunumuz da yok, sadece alkollü içeceklerimizi çıkışta duty-free’den aldık ve hemen kendimizi denize attık.
Küçük bir not: Yunanistan tarafına geçerken eskiden içkileri daha ucuz olduğundan Kos’tan ya da Kalimnos’tan alalım diye bir adet vardı. Ben artık bizim taraftan almayı tercih ediyorum. Özellikle şaraplarda, Yunanistan’ın lokal şaraplarına göre kalite-fiyat daha iyi.
Kendimizi denize attık, ama ne deniz. Şiddetli bir karayel var. 7-8 bofor... Hem de rüzgar kafadan geliyor. Yelken açmaya kalksak zigzag çizmemiz ve 3 saatlik yolu iyice uzatmamız gerekecek. “Hayırlısı” dedik ve 2-4 metrelik dalgaları göğüsledik…
Çamaşır makinesinde yuvarlanırcasına gittiğimiz üçbuçuk saatin ardından Kalimnos’un merkezi Pothia Limanı’na girdik.
Sakin bir Kalimnos-Leros turu...
Eylül ayı, yazlıkçılar gitmiş, ortalık oldukça sakin. Giriş işlemlerimizi acentamız yapıyor. Attık kendimizi sokaklara ve tavernaların arasına. Kalimnos’ta çok sevdiğim ve yerlilerin mekanıaile işletmesi Pandelis diye bir taverna vardı. Son olarak 2014 ilkbaharında gittiğimizde kapalıydı. Sonbaharda baktım ki, yerine bir dondurmacı açılmış.
Mecburen rıhtımdaki restoranlardan birine gittik. İsmini yazmaya değmeyecek kadar sıradandı. Ama yine de mezeler-uzolarla keyfimizi bulduk.
Karayel sabaha şiddetini kaybetti. Yine de ölü dalgalardan korunmak için adayı batısından dolanmayı tercih ettik. Sabah kahvaltımızı adanın kuzeyindeki Emporios Koyu’nda yaptıktan sonra hızla Leros’un güneyindeki Xerokampos Koyu’na girip deniz ve öğle yemeği molası verdik.
O ana kadar konaklama fırsatı bulamadığım Xerokampos, Leros ve Kalimnos’un kayalık-bozkır yamaçlarına göre oldukça yeşil, zeytinlikleri ve kıyıları çevreleyen ılgın ağaçlarını keyifle seyredebileceğiniz bir yer. En önemlisi de çok şiddetli güney rüzgarları haricinde denizi çok güzel. Pırıl pırıl bir su, 5-6 metre derinlikteki yosunları kumları sanki bir akvaryumdaymışçasına seyredebileceğiniz kristal bir deniz. Kıyısında methini çok işittiğim 2-3 taverna var. Binaların önünde de tonozlar.
Biraz dinlendikten sonra 40 dakikalık bir yol yapıp gecelemek için Leros’un doğu sahilindeki en güzel yer olan Pandeli Koyu’na geçtik.
Akın A.’nın artık akraba gibi olduğumuz bir Durmuş Kaptan’ı var. Temkinli mi, temkinli. Ne kadar “Ya, mendireğin ucu boş, orda su da derindir, girelim içeri solugan almaz, rahat rahat yatarız” dediysem de dışardaki kayalıklara kıçtan kara yanaşmaktan vazgeçmedi. Neyse limanın hemen ağzında güzel bir yer bulduk, güzelce demirledik. Gece de sakindi, limanın ışıklarını ve haraketini, tepelerdeki yel değirmenleri ve kalenin ışıklar altındaki tüm ihtişamını açıktan seyretmenin doyumsuz keyfini yaşadık. Ama kuzeyden rüzgar bindirdiğinde burası fena sallanır, aklınızda bulunsun.
Pandeli’de müdavimi olduğumuz Zorba Taverna’da kumsalın üstünde güzel bir akşam geçirdik. Neyse ki, hemen yamacına bağlandığımız Kastello Taverna’da Türk müşteri pek yoktu. Yaz ortasında bu tavernadan denizin üstüne yayılan Türkçe pop ve arabesk bazen bayıcı olabiliyor.)))
Hedef bölgede ilk durak Lipsi...
10 yıllık mavi gezginlik yaşamımda Kos-Patmos rotasını şimdiye kadar 5 kez yaptım. Ama zor denizler ve kısıtlı zamanlar nedeniyle Patmos’un doğusundaki Lipsi-Arki-Marathi bölgesine hiç gitmemiştim. Bu yolculukta ekip arkadaşlarım da mümkün olduğunca fazla yer görmek istediklerinden ve Akın A. gibi dayanıklı bir tekne ile Durmuş Kaptan gibi bir deniz dostu lüksümüz olduğundan sınırlı zamanımıza rağmen bu bölgede 2 gün geçirmek gibi bir plan yapmıştım. Çok da iyi olmuş. Çünkü Durmuş Kaptan bu 2 günde bize bölgenin en keyifli yerlerini gösterdi.
Sabah erken saatte Pandelli’den ayrıldık. 10 mil kuzeyde Lipsi Adası’nın ana limanının hemen açığında Halava takım adaları var. Bu adaların en büyüğü olan Makronisi’nin güney yakasında sabah kahvaltısı için 10-15 metrelik sularda demir attık. Dipteki kum tanelerini sayabildiğiniz berraklıkta bir deniz. Kıyıda ise, Makronisi’nin tam orta yerindeki harika manzaralı kayalıkların dibinde çok ilginç bir delik mağara, bir de yarım metre yüksekliğinde bir kovuktan girdiğiniz 8-10 metre çapında hamam türü bir mağara var. Birini botla diğerini yüzerek gezdik. Bakir ve güzel bir doğa...
Sonra demir alıp Lipsi’nin ana limanı olan Agia Ioannis’e girdik. Meltemin azdığı günlerde şiddetli sağanaklar yaşanabilen bu limanın girişindeki kuzey rıhtımında konaklanabiliyor, ortasında iki yanına da demirlenebilen uzun bir iskele var. Tabii ki iskelenin doğu yamacı daha güvenilir bir demirleme yeri. Kıyıda sempatik tavernalar, turistik dükkanlar dizili. Ama asıl güzel yeri kıyının arkasındaki eski köy bölgesi. Bakkal amcası, kuaförü, küçük bir banka ve posta binası, sinekli kasap, fakir manav, tuhafiyeci yaşlı teyze, 1-2 lokal taverna ve pastane eski köy meydanının çevresine dizili. Zaten Lipsi ahalisi, turistler kıyıda Ege’nin en deli rüzgarlarında inlerken, bu rüzgara korunaklıeski köy bölgesinde yaşamayı tercih ediyor.
Lipsi’nin 3-4 yüz hanelik nüfusunun önemli bir bölümü, 70’li yıllarda,bugün hala günlük gazete bile gelmeyen bu şirin adadaki evlerini,emekli Fransızlara ve İtalyanlara kiralayıp, hatta sonra da satıp Avusturalya’ya göç etmiş. Bir müddet gurbette kalan bu nüfus, turizmin de canlanmasından cesaret alarak yavaş yavaş adalarına geri dönmeye başlamış. Bu arada, çantalarında özellikle Anglo-Sakson turistlere hitap eden yeni bir kültürle birliktegelmişler. Yakın zamana kadar adadaki ikinci dil Fransızca iken, şimdilerde Avusturalya İngilazcası.
Lipsi Limanı’nın girişinde kuzey yönünde köyün bir arka denizi ve plajı var. Suyun rengi ve nefaseti çok güzel olmakla birlikte sığ bir kum zemin. O yüzden teknelerin konaklamasına pek uygun değil. Buna karşılık, limanın ve adanın güneyinde, yan yana Katsadia ve Papandria(Lera Lipsi) adında, ortalarında güney rüzgarını da kesen bir ada bulunan 2 küçük koy var. Beyaz kumla kaplı zemini nedeniyle zümrüt yeşili pırıl pırıl sulara sahip küçük koylar… Katsadia’nın kıyısında bir de küçük taverna. Köy kalabalığına girmek istemeyenler için hakim batı rüzgarı ve karayele korunaklı bu 2 küçük koy mükemmel bir konaklama bölgesi.
Makronisi - Halava takım adaları...
İkinci durak Arki’ye giderken: Aspro Adası...
Kahvaltımızın ardından Lipsi’de limana yanaşıp biraz su takviyesi yaptık (İskele ücretsiz. Su ve elektrik 17 Euro) ve ardından çevre koyları da dolaşıp Arki’ye doğru yola çıktık. Lipsi’de Avusturalya’dan gelen kültür etkisine bir örnek de iskelede; gezgin gemiciler sadece evsel atık niteliğindeki çöplerini iskeleye bırakabiliyor. Adada ekolojik yaşam kriterlerine tam uyumlu bir çöp geri kazanım sistemi kurulmuş.
Bir not: Lipsi’nin güney ucundan Arki’ye dönerken tehlikeli bir sığlık var. Adanın güney ucunu KoulouraAdacığı’nın da açığından 1.5 mil mesafe bırakarak dönmek gerekiyor. Sığlık özellikle dalgalı denizde farkedilmiyor.
Bu sığlığın 2 mil kuzeyinde yol üstünde Aspro takım adaları var. Yolculuğumuzun üçüncü günü hava süt liman. Durmuş kaptan “Şimdi orda harika bir deniz vardır, öğle yemeğimizi Aspro’da yiyelim, sonra Arki’ye geçeriz” dedi.
Gittik. Yaklaşırken, yüzlerce metre uzaktan, adalar arasındaki dar geçitte gördüğümüz turkuvaz renkli deniz gerçekten büyüleyiciydi. Sakin bir havada muazzam bir durak noktası. Beyaz yuvarlak çakıllı sahili, adalardan denize dimdik inen kayalıklarının seyir güzelliği ve tabii tertemiz, billur gibi suyu ile denizi bir harikaydı. Ayrıca saatlerce bu kayalıklarda yaşayan Elenora Şahinleri’ni seyrettik. Bir aile yavrularına uçma dersi veriyordu. Unutulmaz keyif yaşadık.
Buraya çevre adalardan günü birlik tekneler de geliyorlar. Yarım saat kalıp gidiyorlar, ortalık sakin. Adaların hava durumuna göre kuzey sahiline de güney sahiline de yanaşmak mümkün (Güney daha güzel). Tek problem koltuk halatı,bağlayabilmek gerçekten ustalık ister. Kıyıdaki kayalıklarda tek bir çıkıntı bile yok. Kireç taşı kayalar yatay kesitlerle kırılmış. Bizim gibi koltuk halatını düz kayaya bile dolayıp tuttururum diyen inatçılar dışında genellikle tekneler alargada konaklıyor.
Arki’de lodos şaşkınlığı...
Şansımız yerindeydi. Yolculuğumuzun ilk gününü bir hayli strese sokan karayelin ardından, Xerokampos, Halava takım adaları, Makronisi ve Aspro’da denizin tadını doya doya çıkardık. Ama sonra Kestane Fırtınası yeniden tepemize çöktü, hem de bu kez lodos yönünden.
Aspro’da giderek şiddetini artıran lodos dalga boyunu santim santim yükseltirken biz de demir aldık ve Arki’ye doğru yelkenlerimizi açıp yokuş aşağı keyifli bir seyre başladık. Ne yazık ki 3 mil gibi kısa bir mesafe. Sonra kendimizi hızla Arki’nin tek merkezi Port Augusta’da buluverdik.
Arki’de kışları 50, yazları 150 kişilik bir nüfus var. Adada kümes hayvanları, keçi, koyun, inek, at gibi akla gelebilecek her tür hayvan yetiştiriciliği yapıyorlar. Bir de ağırlıklı olarak yelkenci turist ağırlıyorlar. Arki, 12 Adalar turu yapan filotillaların kuzeydoğudaki en uç uğrak noktası. Dolayısıyla kıyıda birkaç tane üstü hasır kaplı eğlenceli taverna da var. Ama başka hiçbirşey yok.
Bir de Port Augusta Limanı’nda her türlü havaya korunaklı, 10 tekne kapasiteli bir rıhtım. Ama sadece 8-10 tekne. Üstelik rıhtımın batı yakasında derinlik 2 metreye kadar düşüyor. Doğu yakasında 3.5 metre. Onun dışında “Geldim rıhtımda yer yok, bari limanda alargada kalayım, bir kıyıya koltuk halatı atayım” deme şansınız da yok. Çünkü ortadaki kanal haricinde kıyılar hızla sığlaşıyor.
Arki’nin güneybatıdan girerken 3 güzel koyu var. Bunların birincisi ve adanın en güzel denizini bulabileceğiniz olanı Tiganika. Maalesef gece kalmaya pek müsait olmayan bu küçük koyun hemen üstünde Glipapas ve Steno isimli iki küçük koy daha var. Sabahları adadan gelen horoz, eşek, koyun sesleriyle uyanabileceğiniz bu koylar kuzey ve batı rüzgarlarına çok iyi korunaklı olmakla birlikte güneye açıklar. Özellikle de lodosa. Bu iki koyun arasındaki kıstakta Apolafsis adında bir taverna var. Ve Steno Koyu’nda bu tavernanın 4 adet altın değerinde tonozu var. ‘Altın değerinde’ çünkü sert havalarda Arki’nin Port Augusta Limanı’ndaki rıhtımda yer bulamayanların yanaşabileceği en güvenli yer burası.
Biz gittiğimizde de, şiddetli lodostan kaçan teknelerle Augusta’da rıhtım tıka basa doluydu. Fazla oyalanmadan rotayı Arki’nin hemen karşısındaki Marathi Adası’na çevirdik.
Marathi’de huzur ve ıslaklık...
Lodosta güvenli bir liman olan Marathi son yıllarda giderek ünleniyor. Bir huzur ve meditasyon koyu. Girip çıkan teknelerin dışında bir motor sesi duymuyorsunuz. 3-5 bina ve doğa. Ama doğa inanılmaz bakımlı. Ağaçlar budanmış. Çiçek tarhları yapılmış. Asfalt yok, keçi patikalarında adayı dolaşabiliyorsunuz. Tek bir çöp yok. Ortalıkta insan da yok, ama bir medeniyet var.
Adaya su hala dışardan tekne ile geliyor. Yakın zamana kadar elektrik yoktu, 4 yıl önce gelmiş. Şimdi adayı dolaşan keçi patikalarına bile sokak lambası dikmişler. Bu tabii, geceleyin adanın büyüsünü bozan bir görüntü. Ama daha beteri, Marathi’nin son yıllarda giderek ünlenmesi sonucunda burayı ziyaret eden ağırlıklı olarak Türk megayatlarının sualtı led ışıkları ve lüks guletlerimizin batılılar tarafından ‘streetlights’ olarak adlandırılan ışıkseli direk aydınlatmaları.
Biz gittiğimizde bu ışıldaklı arkadaşlardan kimseye rastlamadık. Ama, koyun güneyindeki tavernanın sahibi Mikhail, “Bu sokak aydınlatmaları adanın büyüsünü biraz bozmuş” dediğimde, hemen topu çevirip “biz ışığı pek severiz” diye ışıl ışıl Türk yatlarını anlatıverdi.
Adanın tek koyunda 3 taverna var. Ortadaki daha çok kafe-bar havasında. Güneyinde Mikhail’in sahibi olduğu Marathi Pirates Taverna var. Korsan kılığında ortalıkta dolaşan Mikhail pek sempatik. Pek doğrucu (örneğin ne taze, ne donmuş hemen söylüyor, hiç yalan yok). Ama mutfağında pek iş olduğunu da söyleyemem. Av yasağı vardı, neredeyse tüm deniz ürünleri donukmuş. Adada yetişen keçi, koyun diye övdüğü ne varsa yedik, kayış gibiydi.
Koyun kuzeyindeki Pandelis Taverna (çok güzel bir bahçesi ve terası var) sonradan öğrendiğime göre en iyisi. Zaten Durmuş Kaptan da “En eski taverna budur” diye işaret ettiydi, ama ne yalan söyleyelim korsanın yeri pek sempatikti, denemeye karar verdik. Atalarımız ne demiş “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!” Bir dahakine Pandelis’e giderim.
Korsanın Yeri’nde yemeğimizi yedikten sonra botla teknemiz Akın A.’ya döndük. Öğleden sonra deli gibi esen lodos hafiflemiş, ama tekne tuhaf bir şekilde ıslak. Ama ne ıslaklık! Ben hayatımda böyle çiğ görmedim. Teknenin brandalarından şıpır şıpır su damlıyor. Normalde 3 kişi güvertede yatıyoruz. Arka havuzlukta bile 3 kişinin oturacağı bir kuru yer kalmamış. Mecburen herkes odalarda bir yerlere sıkıştı. Ben yine de, kamara üstünde tam bumbanın tenteyi bir çadır gibi kaldırdığı 1.5 metrelik bir bölgede uyudum. İlerleyen saatlerde lodos yeniden azdı. Çiğin birikterdiği sular şiddetini artıran rüzgarla etrafa yağmur gibi yağarken, battaniyelerin altına iyice kıvrılıp sabahı zor ettim.
Marathi Adası.... Issızlıkta son nokta idi (!) Şimdilerde gitmeye korkuyorum...
Ege’nin Kudüsü’nde keşifler...
Sabah mesaisi, güvertedeki yastıkları rüzgara karşı dikip kurutma çabalarıyla başladı. Rüzgar da sabahın 08.00’inde 30 knots’ı bulmuş durumda. Hızla kahvaltımızı edip İncil yazarlarından Aziz Yohanna’nın (St. John) Yeni Ahit’i kaleme aldığı mağara-manastır (Apocalypse Manastırı) nedeniyle ‘Ege’nin Kudüsü’ olarak adlandırılan Patmos’a doğru yola çıktık.
Bu adaya her gün 2-3 devasa yolcu gemisi ve binlerce turist gelir, hacı olurlar... Adadaki St.John Manastırı da, ‘Gülün Adı’ filminin bazı bölümlerinin çekilmesiyle son yıllarda ayrı bir şöhret kazanmış durumda. Yani Sean Connery hayranları da azımsanacak bir nüfus değil...
Patmos’a daha önce mart ayında gelmiş ve izlenimlerimi, adanın tarihini yazmıştım. Bu kez eylül, yani kısmen turistik bir sezonda gidince bambaşka bir Patmos ile tanıştım. 3 kayda değer gözlemim var
Diyebilirim ki, bir tür Capri Adası. Güzel, canlı bir yer. Hergün hacı olmak için gelen binlerce turist nedeniyle çarşının iç sokaklarında çok sayıda kaliteli, pastane, dondurmacı, butik, kafe, hatta bazı marka ürünler satan mağazalar gördüm. Bu arada, “Talanto Patmos” isimli el işi ahşap eserler satan bir mağaza keşfettim. Ahşap merakı olanlara özellikle tavsiye ederim.
İkincisi, iç sokaklarda adanın en eski ve köklü tavernalarından biri olan Pantelis’de yemek yedik. Tek kelimeyle harikaydı.
Üçüncü olarak da adanın limanı Skala dışındaki koyları da çok güzel. Örneğin Marathi’den gelirken saat erkendi, Durmuş Kaptan “Sizi önce farklı bir koya götüreyim” dedi veSkala Limanı’nın hemen güneyindeki Grikas’a gittik. Önünde dalga ve çırpıntıya karşı mendirek vazifesi gören büyükçe bir ada bulunan geniş bir koy. Petra Plajı denilen güney bölümünde kıyının arkasında oldukça yoğun bir yerleşim ve birkaç iyi taverna var.
Koyun tam ortasında ise Kalikatsou diye anılan oldukça yüksek bir volkanik kaya denizin ortasından yükseliyor. Samos’un batı kıyılarındaki dağ mağaraları gibi, antik çağda Hıristiyan keşişler bu volkanik kayaya oydukları minik mağaralarda yaşarlarmış. Kayanın üstündeki kovuklar ve antik merdivenler bugün de etkileyici. Ama bu kovukların bugünkü sakinleri Nudistler. Yani bu volkanik kaya yaz aylarında Patmos’daki çıplaklar kampı olarak kullanılıyormuş...
Anlaşılan o ki Patmos keşfine daha fazla zaman ayırmak gerekiyor. Zaten henüz beyaz çakıl ve kumsalları, harika deniziyle ünlü kuzey koyları Kambos, Vagia, Livadhi Geranou ve Panayia tou Geranou koylarına gidemedik...
Patmos gecesi ve dönüş yolu...
Yolculuğumuzun dördüncü günü hızlı bir Patmos turuyla tamamlandı. Skala’nın batı rıhtımındaki teknemize döndük.
Neredeyse hergün binlerce kişinin giriş çıkış yaptığı Patmos’ta ilginç bir uygulama var. Gümrük ve sınır polisi 24 saat hizmet veriyor. Gece 00.05’te ertesi gün için çıkış yapabiliyorsunuz. Biz de öyle yaptık. Durmuş Kaptan pasaportlar ve teknenin evraklarıyla gitti, yarım saat sonra çıkışımızı almış olarak döndü.
Çünkü o gece yarısı, gün boyu esen şiddetli lodosun tam tersi istikamete dönüp, yerini sıkı bir poyraz fırtınasına bırakması bekleniyor. Sabah erken demir almak lazım.
Nitekim saat 01.00’de kararlaştırılmış gibi poyraz başladı. Hem de ne başlamak. İki yanımızda, şık iki yelkenli var. Biz rıhtıma yanaşırken ikisi de suratlarını asmış, teknelerini çizeceğiz diye korkmuş ve söylenmişlerdi. Poyraz başlayınce ikisi de çapa taradı. Biri bizim üstümüze yaslandı. Öbürü degururuna yedirse,rüzgar aşağı kaymamak için bize bağlanmak isteyecek.
Bizim demir sağlam, tekne santim kımıldamıyor, ama insan tedirgin oluyor tabii. O tedirginlikle sabahı bulduk, saat 06.00’da da yola koyulduk. Bodrum’a kadar yol uzun, nereden baksanız 50-55 mil. Leros’u rüzgar altındaki batı kıyılarından geçtik, Lakka’da sabah kahvaltısı molası verdik. Sonra yelkeni açıp yokuş aşağı Kalimnos’un güney ucuna kadar sallana yuvarlana geldik. Saat 11.30’du.
Son durak: Vathy...
Baktık ki, erken saatte yola çıkıp iyi yol yapmışız. Kalimnos’un ucundaki Vathy’ye girip bir son mola verelim, yorgunluk atalım, gezimizi noktalayalım, dedik.
Vathy, Kalimnos’un güney ucunda batı istikametine doğru karanın içine 1 mil giren inanılmaz güzel bir fiyord. Köyündeki dükkanlar da güzeldir, ciddi bir tekne trafiği olan limanın girişindeki tavernalar da hoştur. Denizi de güzeldir, rıhtımda satılan taze sıkılmış meyve suları da. İnsanları dosttur, güleryüzlüdür.
Kalimnos’un merkezinden ve Kos’tan her gün 8-10 tur teknesi gelir. Ama fazla kalmaz, derin kayalıkların kıyısına kurulu bu klasik güzellikteki köyü kendi ıssızlığına bırakırlar. Yelkenlilerin, motorların yanaşabildiği küçük bir rıhtımı var. Taş çatlasa 15-20 tekne alır. Rıhtımın kuzeye köye yakın olan bölgesine uzun salmalı, palalı yelkenliler kıçtan kara yanaşamazlar, baştan girerler.
Durmuş Kaptan bildiğinden şaşmıyor. Rehber kitaplarında 2 metre derinlik alarmı bulunan bu rıhtıma 3 metre draftlı koskoca Akın A.’yı kıçtan kara yanaştırdı. Tabi, biraz kuma oturduk, suyu bulandırdık... sonra çıktık köyü gezdik, öğle yemeği yedik, denize girdik. Deliler gibi esen poyrazın pek etkilemediği bu limanda gezimizin son saatlerini keyifle geçirdik.
Tabii, sefahata ve eğlenceye kendimizi fazla kaptırınca uçağı kaçırma tehlikesi başgösterdi. Ama onun da çaresi var. Dönüşümüzü, Bodrum Marina’dan değil de rotayı azıcık kuzeye çevirip 11 mil mesafedeki Turgutreis D-Marin’den yapıverdik.
Sayılı gün çabuk geçiyor.
(Not: Bu bölge meteorolojik olarak her zaman belalı. Fırtına Takvimi’ne göre en uygun zaman Temmuz’un 2’inci haftası ve Ağustos’un ilk 2 haftası olarak görünüyor. Yine de 10 günlük tahminlere bakıp, sakin havayı görmeden yola çıkmayın derim))))
///////////////////////
4 gece 5 günde 135 millik hızlı bir gezi rotası...
1. Gün: Bodrum- Kalimnos Pothia: 23 mil
2. Gün: Pothia- Kalimnos Emporios: 12 mil
Emporios- Xerokampos Leros: 5 mil
Xerokampos- Leros Pandelli: 6 mil
3. Gün:
Pandelli – Lipsoi Halava Adaları: 10 mil
Halava Makronisi – Lipsi: 2 mil
Lipsi- Aspro: 6 mil
Aspro- Arki+Marathi : 5+1 mil
4. Gün:
Marathi- Tiganakia: 2 mil
Tiganakia- Patmos Girdakhi: 10 mil
Girdakhi- Patmos Skala: 3 mil
5. Gün:
Skala- Leros Lakka: 21 mil
Lakka- Kalimnos Vathy: 18 mil
Vathy- Turgutreis Bodrum: 11 mil
-------------------------------------
Bir ‘deniz bilgemiz’ vardı, kaybettik!
Lafı dolandırmadan bitirelim; ben küçük koylarımızı önce Sadun Boro’dan öğrendim. Sonra ve hala keşfediyorum. Şanslıyım, şanslıyız. Kaç ülkenin böyle bir deniz öğretmeni vardır, bilmiyorum... Neyse ki, arkasında Türkiye denizcileri için bulunmaz bir nimet ‘Vira Demir’; Dünya denizcileri için de ‘Pupa Yelken’ gibi eserler bıraktı. Ölümsüz oldu!
Ama... Sadun Boro’nun önümüzdeki yıllarda korkarım giderek eksikliğini daha da çok hissedeceğimiz bir özelliği daha vardı. Denizin ve denizcilerin sesiydi. Tartışmalı bir konu olduğunda herkes konuşur, fikrini söyler, sonra gözler ‘deniz bilgesi’ Sadun Boro’ya çevrilirdi... Bilgelik zor, hele ki denizde bilgelik daha da zor. Çok fazla emek-deneyim, bilgi-duygu ve cesaret gerektiriyor.
Şimdi gözler boşluğa bakacak... Yeri güç doldurulacak bir kayıp!
Commenti